İnsan en kapsamlı yeteneklerle donatılmış, en güzel ve büyük nimetlerle sınanmış ve en iyinin iyisi veya en kötünün kötüsü olmaya namzet kılınmıştır. Ağır bir imtihana tabi tutulmuştur. “Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya!/ Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” mısraları bu ağır imtihana da atıftır. Dünya insan için, keşfetme, bilme, anlama, idrak etme ve yaşama diyarıdır.
İnsan olarak kendimizi özel hissetsek de ve özel olsak da, koca evrende ve sonsuz zamanda bir kum tanesi veya bir an-ı seyyaleyiz. Çöllerde kum gibi, uzayın dipsizliğinde bir yıldız gibi, varla yok arasına sıkışmış bir hayatı yaşarız. Ya vara yönelir veya yokun karanlık dehlizlerinde kayboluruz. Ya ihya oluruz sonsuzlukla veya sonsuzlukta boğuluruz. Bir tuba-i cennete dönüşür varlığımız veya bir zakkumu cehenneme kalb oluruz.
Düşersek ilahi çağrının peşine ve elimizi tutarsa ilahi çağrı, yolumuzu aydınlanır, dünyadan, kabirden geçerek berzah âlemlerinde... Müthiş sorgulardan geçirir bizi, kıldan ince kılıçtan keskin köprülerden aşırır ve buluşturur bizi kulakların işitmediği sonsuzluk nağmeleriyle, gözlerin görmediği, kalplerin hissetmediği güzelliklerle... İşte bu uzun yolculukta sona varmanın sırrı teslimiyettir.
İyilerin iyisi olmak, kalbi ve hissi olarak terki dünya, terki ukba, terki terkle bir teslimiyettir. Teslimiyet, “O Bilinmez Meşhuru” keşfettikten, bildikten, idrak ettikten sonra yaşamanın, adanmanın adıdır. Teslimiyet, O’ndan gelen her şeye rıza, Haktan olmayan her şeye vedadır. Ne ulu bir dava, ne güzel bir gönül, nasıl bir sevda!.. Teslimiyet, gafil bir sultan olmaktansa, Hak için sıradan olma, haksızlık ve ahlaksızlığa rızayla gelecek bir makam veya servettense, yollara düşmeye razı olma...
Teslimiyet zor bir haldir. Zaman ihtiyarladıkça daha da zorlaşan, ağırlaşan bir imtihan... Hercü-merc dünyada, insanın altüst oluşu... Fakat zor olmakla beraber imkânsız ve örneksiz de değil...
Bir dönem, bir hanımefendi, en zor şartlarda bile teslimiyetin nasıl olacağının örneğini göstermişti, hiçbir telaşı olmadan ve çok sıradanmış gibi... Yürüyen bir soruşturma vardı. Yönetim tuzak kurduğu kişinin önünü kesecekti, haddini bildirecekti. Nihayetinde kararı kurul verecekti. Kurulda bu hanımefendi de vardı. Yönetici, ona üst düzey bir makam teklif ediyordu.
Hanımefendi, hakkın yanında durmak adına hiç tereddüt etmedi. Bu duruşu nedeniyle birçok faninin el etek öpüp, kapı aşındırdığı ve ince sanatları sergilediği bir makamı elinin tersiyle itmişti. Bedel olarak bu yetmedi. Hak namına daha ağır bir fatura ödemek gerekiyordu. Zaten hak bedel ödemeden sahip olunacak bir şey değildi. Hakarete maruz kaldı, mevcut statüsünü de terk ederek, düz bir çalışan oldu.
O başına gelenlere hiç aldırış etmeden işine devam ediyordu. Kendisi için “başını yaktığı kişi” yanına gelip üzgün olduğunu bildirdiğinde hiçbir gurur ve minnet bildirme emaresi olmadan “ben doğru bildiğimi yaptım, kim olsa öyle yapardım” dedi. Artık hicret kaçınılmazdı, kader çevresindekilere hicret için fetva verdi. Fakat o gönülden teslimiyetinin imtihanına devam etti. Hiç aldırış etmeden, kimseye duyurmadan, şekva etmeden ve sessizce...
Teslimiyet, sessizce hakta kaybolmak ve unutmaktı.