Doç.Dr. Murat Karaoğlan


KİTAPLARIN AYDINLIĞINDA

Neoliberalizm, Bilgi ve Üniversiteler


 

KİTAPLARIN AYDINLIĞINDA

 

Neoliberalizm, Bilgi ve Üniversiteler 

 

 

Nota Bene Yayınları / Mete Kurtoğlu

 

 

Üniversitelerin neoliberal dönüşümü:

Halk için bilgi üreten üniversiteden piyasa için meta üreten AR-GE şirketine

Sermayenin saldırısı altında sosyal ve doğal yaşamın dizginsiz sömürüsünü hergün deneyimliyoruz. Saldırı yakıcı bir ateş yağmuru gibi değdiği herşeyi yakıyor, darmadağın ediyor. Insanı, halkı koruyan kamusal zırhlar delik deşik edilmiş durumda. Savunmasız kalan birey, öz güçlerinden yoksun bırakılmış. Bireylerin birarada olma, ulus olma, toplum olma bilincinden doğan kamusal güç eritilmiş durumda. Sermaye karşısında insan, tıpkı manyetik bir alandaki metal toz zerreleri gibi kendine dayatılan görünmez ama son derece güçlü vektörel güçlerin karşı konulamaz etkisi ile çaresizce savrulup duruyor. Yüzlerce yıllık birikimin ürünü direnç kaleleri olan kamusal kurumlar neoliberal evangelist şövalyelerce yağmalanmış, lağvedilmiş ya da içi boşaltılmış. 

1970’lerden bu yana tüm dünya, 1980’lerden bu yana da Türkiye, kapitalizmin güncel formu neoliberalizmin kuşatması altında. Krizlerle içkin olan kapitalizmin o yıllardaki kendi krizine yanıt olarak yürürlüğe konulan neoliberal politikalar artık toplumsal sorunlara çözüm değil, tüm sorunların kök nedeni haline evrilmiş durumda. Daha önemlisi meşruiyetini yitirmiş durumda. Eğitimden sağlığa, hukuktan ekonomiye, kültürden değerlere kadar vaat edilen halk için refah asla gelmedi. Aksine, tüm yaşamsal alanlarda durum, halk için köleci toplumlardakine benzer bir düzene dönüşmüş durumda. Kuralsızlaştırma, özelleştirme ve vergilendirmelerle servetin sermayeye transferinin herkes için daha iyi olacağı iddiası akademiden politikaya, iktisattan sosyolojiye her kesimden uzmanlarca çöpe atılmış durumda. Sermaye büyüdükçe büyüyor, halk küçüldükçe küçülüyor. Insanın, toplumun ve devletin ekonomikleştirilmesi, her kamusal kurumun bir şirket gibi işletilmesi ile işlerin kendiliğinden düzeleceği iddası artık geride bıraktığımız çocukça bir avuntu. Pandemiden bu yana yaşananlar artık bu gerçeği iyice su yüzüne çıkarmış, görünür kılmıştır. Pandemide, depremde, sel felaketlerinde ve sağlıktaki bir türlü çözülemeyen kronik kriz süreçleri boyunca özelleşen kamusal hizmetlerin halkı çaresizce kendisi ile baş başa bırkatığını acı bir biçimde yaşayarak deneyimliyoruz. Yakın zamana kadar refah devletlerinin temel önceliği insan iken neoliberalizm sonrası  bu tür yıkıcı durumlarda dahi sermaye uğruna bir ksım insanların kaybı artık ‘’yeni normal’’ olarak görülüyor. Devletler, temel insan haklarına yönelik kamusal hizmetleri dahi sermayeye devretmiş/devrediyor. Bu dönüşümün net sonucu ise geniş halk kesimleri için ağır yıkım olmuştur. 

 Okul öncesinden yükseköğrenime eğitim de bu derin yaradan bağışık değil. Yükseköğrenimin neoliberalizm sonrası üstlendiği misyon, hedeflediği amaçlar açısından üniversitelerdeki yapısal dönüşüm çok çarpıcı olmuştur. Önceleri üniversiteler halk için bilgi üretiminin kutsal bir amaç olarak görüldüğü kurumlardı. Bilginler, kendilerini doğayı, ve yasalarını, nesnel olanı çözümlemeye adamış, kendini üreten ve çoğaltan bilginin peşinde koşan kutsal rahiplerdi. Neoliberalizm sonrası üniversiteler, bilgiyi sermaye olarak gören sermayenin ARGE şirketlerine dönüştü. Bilgi sadece ekonomik değer taşıdığı sürece değerli idi. Aksi durumda üretilen bilgiler verimsiz, romantik, eski moda uğraşlardı. 

Neoliberalizm öncesi üniversite

Üniversite kelimesi bir konu etrafında biraya gelen topuluk ya da kurum anlamına gelen Latince ‘’Universitas’’ kelimesinden türetilmiştir. ‘universitas magistrorum et scholarium’’ ‘’öğrenci ve öğretmenler topluluğu’’ anlamına gelmektedir. Öte yandan evren anlamına gelen ‘’universe’’ kelimesine atıfla evrensel bilgiyi arayan, evrendeki tüm fikirlerin toplandığı kurum anlamına da gelmektedir. 

Bilinen modern anlamı ile günümüz üniversitelerinin temeli ilk olarak 1088’de Bologna’da atılmıştır. 1810 yılında eğitim-öğretim ve araştırma görevlerinin bütüncül olarak yürütülmesini idealize eden ünlü bilgin Wilhelm von Humboldt Berlin’de modern üniversitelerin kurulmasına öncülük etmiştir. Humbold’un öğretileri modern üniversite kurgusunun belirlenmesinde çok etkili olmuştur. O’na göre kurum olarak üniversiteler ve içinde görev alan bilginler temel olarak doğayı ve nesnel bilgiyi kavramaya odaklanmalı idiler. Akademisyenler bilginin peşinde koşan alimler topluluğu olmalıydı. Bilim için bilim ilkesi temel ilke olmalı idi. Bu bağlamda üniversiteler aydınlanma çağının temel kurumları olmuştur. Üniversiteler modern toplumun yasa yapıcı, ilke koyucu ve referans kurumları idi. Aydınlanma Çağı sonrası üniversiteler bilginin imtiyazlı alanı olmuşlardır. Evrensel bilgi üretiminin merkezi örgütlenmesi üniversiteler etrafında toplanmış idi. Üniversiteler için ilk özerklik talebi 1798’de Immanuel Kant’dan gelmiştir. O, özellikle felsefe ile uğraşan düşünürlerin gerçek bilginler olduğunu ileri sürüyordu. Filozoflar bağımsız olmalı idi. Onlar bilimi devlet için değil toplum için yapmalı idi. O’na göre diğer bilim disiplinlerinden olan akademisyenler gerçek bilim insanı değildi. Hekimler, hakimler, din adamları o yüzden gerçekte iş insanı idiler. Çünkü devlet adına iş görüyorlardı.  Aydınlanma Çağı düşünürlerinin bilim için bilimi önceleyen bu temel görüşleri Neoliberal Çağ öncesi üniversite ideası için kurucu ilke oldular

Akademik özgürlük, akademisyen için bilginin kendi akademik ilgi ve merakının alanı içinde olmasını garanti ediyordu. Bilgiye sınır çekilemezdi, Akademisyen devlet, toplum ya da diğer güçlerce doğrudan ya da dolaylı yönlendirilemezdi. Bilgi ve araştırma önceden belirlenen bağlam ve amaçlar için araçsallaştırılmış bir meta olamaz ve sınırlar çizilemezdi. Bilgi kamusal olmalıydı, üniversiteler herkese açık olmalı idi. 

Üniversiteler İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar zaman zaman politik direnç ve karşı engellemelere karşın bu idealist ve özerk yapı özelliklerini korumaya çalıştı. 1700’lü yıllardan başlayan ‘Dahiler Çağı’ndan 1970’lere kadar tüm Dünya, insanlık tarihinde kırılmalar yaratan büyük anlatılara, büyük kuramlara, büyük icatlara tanıklık etti. Daha önce görülmemiş büyüklükte ve yaygınlıkta keşifler yapıldı. Bu kurumların Anadolu’ya yansıması oldukça geç tarihlere rastlar. Osmanlının son zamanlarında bazı girişimler olduysa da hiçbir zaman etkin bir üniversite ve bilim kurumu ortaya çıkmadı. Atatürk’ün öngörülü girişimleri sonucu Almanya başta olmak üzere Avrupa’dan pek çok bilim insanının Türkiye’ye getirilmesi sonucu Anadolu modern üniversite ile tanıştı. Bu kurucu bilim insanlarının ülkede üniversite ve bilimin yerleşmesine büyük katkıları oldu. Türkiye, o zamanlarda Avrupa’da da modern üniversite ve bilimin önemli merkezlerinden biri haline geldi. Ancak 2. Dünya Savaşı sonrası üniversiteleri piyasaya uyumlu hale getirme girişimleri hız kazandı. Üniversitelerin Aydınlanma Çağı’ndan kalan misyon ve işlevinde çok hızlı aşınmalar baş gösterdi. 

Neoliberalizm sonrası üniversiteler

Ikinci Dünya savaşı sonrası sermayeyi kısıtlayan, emek lehine yürürlüğe konulan ‘’sosyal devlet refah toplumları’’ olarak sloganlaştırılan Keynesyen politikalar 1970’lere gelindiğinde sermaye tarafında büyük bir rahatsızlık yaratmıştı. Ulusal gelirlerden sermaye payına düşen pay yeterli görülmüyordu. Bunun değişmesi gerektiğine inanan sermaye, Lewis Powel’in dillendirdiği gibi ‘’ –Bu kadarı fazla idi. Artık yeter! Anti-kapitaliist düzen çok fazla olmuştu. Emekçilere haddinden fazla pay verilmişti. Artık karşı saldırıya geçmeli idi. Emek aleyhine harekete geçilmeli idi’’. 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi bahane edilerek harekete geçildi. Sadece ekonomik bir program olmayıp eğitimden sanata, kültürden ahlaka, siyasetten dine, hukuktan sağlığa tüm sorunlarımızın kök nedeni olan topyekün bir değerler sistemi olan neoliberalizm anlaşılmadan üniversitelerdeki dönüşüm kavranamaz. Peki, nedir bu neoliberalizm?

Neoliberalizm nedir?

Türkiye’dekiler dahil, vahşi, ağır ve katıksız bir neoliberalizm ile yönetildiği halde tüm dünyada sokaktaki insanların çoğunun bu düzen hakkında en ufak fikrinin olmadığı çok açık. Oysa, tepeden tırnağa, hem bireysel hem toplumsal yaşamın kılcal damarlaırna kadar hükmeden ancak kendini gizlemede ve meşrulaştırmada bir o kadar maharetli bir ideolojidir, neoliberalizm. Güneş kadar açıktır, ancak manyetik alan kadar görünmezdir. Neoliberalizmin yarattığı ağır yaşamsal sorunlara karşın kendini doğallaştırmak ve toplumsal rıza inşa etmek için o kadar yoğun yatırım yapılır ki, ‘’başka bir altennatif yok’’ (TINA=there is no alternative) söylemi ile düzenden en ufak bir sapma girişimi kökten kazınması gereken bir anomali, akla ve insan doğasına aykırı bir sapkınlık olarak görülür. 

1970’lerde 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Keynesyen politikalara alternatif olarak hayata geçirilen ve sosyal yaşamımızı kuşatan neoliberalizm, kapitalizmin güncel bir formudur. Uygralık tarihi boyunca sömüren sınıfın dantel dantel geliştirdiği büyük birikimin en yozlaşmış ve donanımlı güncel biçimidir. Neoliberal teori, toplumsallığın dışlanıp bireyselliğin yüceltildiği bir programın, toplum/devlet denetiminden serbet bırakılmış, sermaye için kuralsızlaştırılmış kapitalist bir düzenin, sadece bireylerin kendini gerçekleştirmesi ile kalmayıp aynı zamanda verimlilik, ekonomik büyüme, teknolojik ilerleme ve sosyal adaletin dağılımında da optimum bir sistem için motor görevi göreceğini ileri sürüyordu. Toplumsallık dışlanıyordu. Margaret Thatcher’in ünlü deyişiyle ‘’-Toplum diye bir şey yoktur.’’Birey vardır. Herkes kendi kendine yatırm yapan, kendi sosyal güvenliğini karşılayan, gelirini elde eden organizmalar olmalı idi. Tüm sorumluluk bireyin olmalı idi. Toplumun sorumluluğu diye bir kavram yok edilmeli idi. Böylelikle kendini geliştiren özgür bireylerden oluşan gelişmiş bir toplum yaratılacaktı. Gelinen noktada net etki ise ulusal gelirlerden sermayenin payının giderek büyümesi emekçilerinkinin ise giderek küçülmesi ile sonuçlandı. Neoliberal değerler sisteminin hiç bir iddiasının gerçekçi olmadığı milyarlarca insanın acı deneyimleriyle yaşadığı krizlerle gün yüzüne çıkmış olduğu görüldü. Ülkemizdede 1980 sonraısı büyük bir hızla uygulamaya geçilen, şiddet ve yoğunluğu gün geçtikçe daha yakıcı olarak denyimlenen neoliberal programının esası devletin ekonomideki denetleyici ve kontrol edici, kural koyucu rollerinin küçültülmesi, özel sermayenin büyütülmesi olarak özetlenebilecek refah devletlerinden geriye kalanların ortadan kaldırılması ile ilgiliydi.  Neoliberalizmin temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:

*  İş dünyası için sınırların kaldırılması. Sermayenin her türlü kuraldan bağımsızlaştırılması (=deregülasyon)

*   Kamusal hizmetlerin ve varlıkların bütünüyle özelleştirilmesi (=privatization)

* Sosyal yardım programlarının ve sosyal hakların kaldırılması ve/veya daraltılması işlevsizleştirilmesi, içinin boşaltılması (sosyal güvenlikten yararlanmanın fiilen ortadan kaldırılması, yıldırma, zorluklar, yararlanmayı olanaksızlaştıran katı kurallar). Sosyal güvenliğin özel sigortalara yönlendirilmesi

*  Holdinglere, sermaye ve yatırımcı sınıflara uygulanan vergilerin azaltılması

*  Sermayenin, mal ve hizmetlerin uluslararası serbest dolaşımının sağlanması

* Emek gücünü koruyan yasaların kaldırılması, sendikal örgütlenmenin aşındırılması, hak arama yol ve taleplerinin zorlaştırılması, engellenmesi

Kuşkusuz tüm bu ilkeler sermaye ile geniş halk kitleleri arasında derin bir eşitsizliğe yol açtı. Ekonomik programlar tek başına sayısal verilerden oluşmaz. Bu eşitsizliğe hem küresel düzeyde hem de birey ve toplum düzeyinde rıza inşa etmek için eğitimden sanata, hukuktan dine, sağlıktan külltüre geniş bir ideolojik yapı oluşturulmalı idi. Oluşturuldu da. Herşey metalaştırıldı. Değer yargıları dahil yaşamın tüm alanları finansal değer ve ölçüm sistemlerine eklemlendi. Bireylerin zihin ve vicdanları üzerinde kişinin kendi kendini piyasa ile uyumlu işçiler olarak uyarlaması için biyopolitik iktidar teknik ve stratejileri geliştirildi. Performans ve rekabet kişinin kendine yatırımı ve kendini sermayeleştirmesi için temellendirildi. Aşırı üretim, yetersiz tüketim ve küresel kar oranlarının düşmesi ile ortaya çıkan kriz karşısında eskiden kamuya ait sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim gibi mal ve hizmetlerin metalaştrılması yoluyla üretilen artı değer sermayeye transefer edildi. Yükseköğrenimin yeniden yapılandırılması ve neoliberal programa eklemlenmesi bu temel üzerinden değerlendirilmeli. Bu yüzden, üniversitlerin değişim ve dönüşümünü bu yeni düzen ilkeleri çerçevesinde değerlendirmeden kavramak olanaksızdır. Neoliberalizmin inançlı rahiplerine göre kişinin ve toplumun refahı, bireysel özgürlüklerin gelişimi ancak sınırsız serbest piyasa, güçlü özel mülkiyet hakları, agresif rekabet ve bunların kurumsallaştığı bir çerçevede gerçekleşebilirdi. Aksi, kişiyi tembelleştirir, duraganlaştırırdı. Onlara gore rekabet ve kar gibi itici güçler bireysel özgürlükleri geliştirmenin temel yolu idi. Neoliberal pratikler olan metalaştırma, rekabet ve tüketicilik yükseköürenime piyasa odaklı girişimci iş modelini dayattı. Üniveristelerin neoliberal yeniden yapılandırılması ile öğrenciler eğitim satın alan tüketiciye, akadenisyenler neoliberal iş modeline katkı sağlayan insan sermayesine, üniversiteler diploma üreten fabrikalara sahip şirketler olarak yeniden kavramsallaştırıldı. 

Aşağıda neoliberalizm sonrası akademik emek, akademisyenler, üniversiteler ve öğrencilerin yeniden yapılandırılmasına ilişkin değerlendirmeler yer almaktadır.

Akademik emeğin neoliberal dönüşümü

Akademik emeğin merkezinde yer alan bilgi üretimi olarak bilimsel araştırmalar insanlığın evrensel emek çeşitlerinden biridir. Evrensel emek, insanlık ailesinin gelmiş geçmiş üyelerinin kollektif katılımı ile yaratılan dilsel semboller, fikirler, teoriler, gelenekler, normlar, idealler, düşünme biçimleri, yöntemler ve her çeşitten kültürler bütünüdür. Şimdide olan birikimli emek, geçmiş insanlardan miras alınanlara kesintsiz bir zincirle bağımlı bir sürecin ürünüdür. Bu açıdan akademik ve entellektüel emek, topyekün insalığın bilimsel ve kültürel mirasının bir parçasıdır. Geçmişteki ve şimdideki toplam müşterek akla ve zekaya dayanır. Evrensel emek geçmiş ve şimdide bulunan tüm insanların işbirliği ve katılımı ile inşa edieln kümülatif emektir. Anonimdir. Sahibi topyekün insanlıktır. Kullanımda olandır. Değişim değeri olan bir meta, fiyat biçilen bir hizmet gibi piyasada değişim değeri biçilemez. Doğasındaki öz, kollektif işbirliği ve katılımdır. Gelişimi tüm bireylerin özgür zihinsel emeklerinin ortak katılımını gerektirir. Şimdide olan ürün, onu oluşturan emek sürecinden ve onu biriktiren üyelerin emeklerinden bağımsız son halleri le düşünülemez. 

Evrensel emeğin bir ürürü olarak akademik emeğin neoliberal yapılandırılması ise bunun tam tersini gerektiriyor. Evrensel emeğin neoliberal yeniden yapılandırılması, ortaklaşa olanın yani herkese ait olan müşterek evrensel emeğin özelleştirilerek, değişim değeri olan metaya dönüştürülmesni, piyasada alınır satılır bir sermayeye dönüştürülmesini, entellektüel emeğin çitlenmesini, ayrıcalıklı sermaye sınıfı için sermaye olarak yeniden dönüşümünü içerir. Akademik emek, girişimci kapitalist mantığa tabi kılınarak yeniden yapılandırıldı. Bu dönüşüm, yayınlar, alıntılar, etki göstergeleri, patentler, araştırmayı fonlayan finansallaşma, mezuniyet sayıları, alınan bağışlar, öğrenci memnuniyeti, istihdam edilebilirlik, üniversite ve akademisyenlerin  derecelendirmeye tabi tutulduğu kategorizasyon gibi bir dizi önceden belirlenmiş, standardize edilmiş, ölçülebilir sonuçlara indirginmesi üzerinden gerçekleştirilmektedir. Akademik emek, sosyal açıdan yararlı beceriler, bilgiler ve uygulamalar geliştirmek yerine, kesin olarak ölçülebilir ve önceden belirlenmiş 'çıktılar' üretmek için giderek daha fazla yeniden temellendiriliyor. Neoliberalizm, mülk sahibi bireycilik kültürünü akademik emek alanıına taşımıştır. Bilginin, araştırmanın ve eğitimin ticarileştirilmesi, sözde bilgi ekonomisinin temel özelliğidir. Kilit nokta akademik emeğin şirketleşmiş bir üniversitede girişimci sermayenin aracına dönüştürülmesidir. 

Evrensel müşterek emeğin bir parçası olarak akademik emeğin, bilim ve üniversitenin ticarileşmesi, bireyselleşmesi bir dizi ciddi sorun ortya çıkarmıştır. Öncelikle çıkar çatışmasına dayanan gerilimler yaratmıştır. Araştırmalardaki bütünlüğü parçalamış, toplumun bilimsel araştırmaya ve bilime olan güveninin sarsılmasına neden olmuştur. Akademik emeğin giderek kapitalist üretim tarzının mantığına tabi kılınması, genel zekanın gelişimine katkıda bulunma potansiyeline sahip bir evrensel emek biçimi olarak akademik emeğin temel doğasıyla çatışmalara yol açmaktadır. Akademik yaşamın piyasalaştırılması, akademinin armağan kültürünü baltalamakta, bağımsız, özgür ve yaratıcı araştırmalara olan bağlılığın körelmesine yol açmaktadır. Kamusal bir mal olarak entellektüel müştereklerin sermayece çitlenmesi (patentler yoluyla sahiplenilmesi) mülksüzleştrime yoluyla sermaye birikim biçiminin yeni bir şeklidir. Bu şekilde müştereklerin özelleştirilmesi müşterek zekanın zayıflamasına yol açmaktadır. Akademik emek ürünlerinin bilime ve topluma gerçek katkılarından ziyade piyasada değişim değeri olan, kar üreten bir sermaye olarak kavramsallaştırılması yaratıcı yaklaşımları, yeni keşifleri ve bilimsel ilerlemeye gerçek katkılar sunan evrensel emeği zayıflatıyor, yok ediyor. Akademik emeğin önceden belirlenmiş bir dizi ölçülebilir göstergeler üzerinden değerlendirmesi olan nicelikleştirme takıntısı entellketüel emeğin standartlaşma, tek tipleşme, ortodoks akımı takip etme yoluyla kısırlaşmasına neden oluyor. Akademik emeğin değersizleşmesine, akademisyen yaşamlarının sorunlar yumağına dönüşmesine neden oluyor. Neoliberal politikalar, yönetimlerin katı kontrolünü panoptikan tarzı etkin bir gözetim yoluyla akademik emeğin doğasında bulunan özgür araştırmanın niteliğindeki temel bir sapmayı dayatır. Bu açıdan neoliberal çalışma rejimi, akademik çalışmanın doğasına aykırıdır ve genel zekanın gelişme potansiyelini yok etmektedir. Neoliberal piyasacılık açısından bakıldığında akademik çalışma, öncelikle 'bilginin üretimi ve yayılması' ile ilgili değildir; daha ziyade şirket olarak üniversitelerin agresif, rekabetçi ve piyasalaşan ortamda hayatta kalmaya, rekabeti sağlamaya yönelik makroekonomik sürecin bir parçasıdır. Diğer bir deyişle, bilgi üretimi sermayeye uyumlu olarak karı maksimuma taşımaya katkı sunan bir araçtır 

Akademisyenin neoliberal dönüşümü

Neolibealizmin rekabetçi-girişimci, bireyselci piyasa modeli klasik idealist akademisyen tanımında köklü bir değişime uğramıştır. Neoliberal akademisyen, akademik ünvanlar dahil her türden entekllektüel emeği piyasalaştıran akademik kapitalizmin insan sermayesi, eğitim pazarlayan girişimciler olarak kavramsallaştırılmıştır. Neoliberal akademisyen popular, medyatik, büyük miktarlarda fonları çekebilen, sosyal medya ağlarını harekete geçirmesini bilen, star/yıldız akademisyenlerdir. “Akademik yaşamın kutsal kâsesi” olarak tanımlanan “mükemmellik” ideolojisi, akademik “yıldız sistemi”nin meşrulaştırılması ve yeniden üretilmesine yönelik yeniden temellendirilmiştir. Akademik emeğin sömürüsü için yoğun olarak kullanılmaktadır.

Tanımı, misyon ve rolü değişen akademisyen pek çok zorluklarla yüz yüze kalmıştır. Artan rekabet ve performans baskısı altındadır. İş yükü ve sorumlulukları artmıştır. Yarı zamanlı çalışma rejimi artmış, iş güvencesi büyük ölçüde yok edilmiştir. Tüm bunlar değer yitimi ve tükenmişliğe yol açmış, stress, depreyon, kaygı bozukluğu gibi psikolojik bozuklukların artmasına neden olmuştur. Katı denetim ve yönetsel olarak dayatılan performans baskısı yaratıcılık ve akademik özgürlüğü  yok etmiştir. 

Önceden ölçülebilir çıktı-odaklı performans baskısı akademisyenlerde yeni bilimsel keşiflere yönellik ilgi ve merakı köreltmiştir. Yayın sayısına artan değer biçimi, bilimsel araştırmaların içerik ve kalitesinin düşmesine yol açmıştır. Higgs bozonuna adını veren İngiliz fizikçi Peter Higgs, 1980 yılında Nobel Ödülü'ne aday gösterilmeseydi gerekli sayıda yayına sahip olmadığı için yeterince üretken olmadığı gerekçesi ile kovulacağını açıklamıştı. Faydacı, bağlama özel planlanan bilimsel araştırmalar bilgi üretmek için değil akademisyenin kendine yatırımı olarak araçsallaştırma yönünde bir eğilimin yükselmesine dayanak oluyor.  Bu eğilim bilim tarihi ve felsefecileri tarafından bilimsel kıyamet olarak görülüyor. Son zamanlarda yayınlanan makalelerin büyük çoğunluğunun bilimde temel ilerlemeye katkı sağlamayan, abartılı, yanlış sonuçlara ulaşan araştırmalar olduğu belirtiliyor. Araştırma kaynaklarının %85’ninin israf edildiği öngörülüyor. Bilimin piyasa mantığına bağımlı olmasının akademisyenlerde yozlaşmaya yol açtığı vurgulanıyor. 

Agresif rekabetçi koşulların akademisyenlere seri makale üretimini dayattığı bunun ise ana akım görüşler lehine olan ancak, aykırı yaklaşımları bastıran ve eleştirel düşünceyi yok eden bir  sapmaya neden oluyor. Rekabet zorunluluğu, ana akıma uygunluk ve standardizasyon üretme eğilimindedir. Performans ölçüm sisteminde çıktıya dayalı davranışlar yayın sayılarını kaliteden ve bilime katkıdan daha önemli hale getiriyor. Amaç, bilgi üretiminden ziyade akademisyenden istenen ölçülebilir sonuçlara ulaşmaya kaymıştır. ‘’Yayınla ya day ok ol’’ basksı eleştirel düşünceyi, diyalogu, yaratıcı fikirleri yok etmekte tek tipleşmeye yol açmaktadır. Neoliberal yönetim uygulamaları, rekabet ve bireyselleştirme yoluyla akademik bir 'yıldız sistemi'nin yaratılmasını teşvik etmektedir. Öte yandan neoliberal emek rejimi akademisyenlerde “işkolik, faydasız üstünlük çabası ve narsisizm” eğilimlerini güçlendirmektedir

Neoliberal akademik çalışma rejiminde akademisyen hız baskısı altındadır. Akademisyen sürekli daha hızlı çalışmaya zorlanan makine benzeri işçilere dönüştürülmüştür. Akademik emek süreci üzerinde sistemin yarattığı performans ve rekabet baskısı içsel motivasyonu zayıflatırken, sistemle uyumu ödüllendirmekte yaratıcılığın gelişmesi için gerekli koşul olan akademik özgürlüğü budamaktadır. İşgücü süreçleri üzerinde kontolü kaybeden akademisyen değersizlik duygusu ile kuşatılmaktadır. 

Akademik iş yaşamında hız mottosu neoliberal programın ana ilkelerindendir. Hız baskısı altında akademisyen sistematik, uzun vadeli, karmaşık problemlere odaklanma reflekslerini kaybeder. Bu baskı stres, aidiyet yitimi, tükenmişlik, hayal kırıklığı, zihinsel ve fiziksel sağlığın yitimine neden olur. Üniversite, akademik çalışanların sağlıklarını ve yaratıcılıklarını tüketen bir 'kaygı makinesi' haline gelmiştir. Akademide hız verimlilik maskesi altında dayatılan kapitalist hız kültürünün akademiye tabi kılınmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle son zamanlarda bu sorunlu yaklaşıma ‘’yavaş bilim savunucuları’’ adı verilen  eleştirel akımlar ortaya çıkmıştır. 

Akademik çalşımalar üzerinde yönetsel kontrol, nicelikselleştrime takıntısı, ölçülebilir nitelikler üzerinden performans ligine tabi tutulma akademisyeni vasıfsızlaştırmış, bencilleştirmiştir. Akademisyenler homojen, tek tip, piyasa ile uyumlu standart girişimcilere dönüşmüştür. Akademisyenler, kendi  emeklerine yabancılaşmış ve onu araçsallaştırmışlardır. Bu durumu tanımlamak için zombileşme metaforu kullanılmaktadır. Akademinin zombileşmesi eleştiri merkezi olarak üniversitelerin ölümünü, akademisyenlerin düşünmeyen, sorgulamayan, düşünmeden itaat eden, mekanik ve yorulmadan çalışan, yaşayan ölülelere benzetilmesine bir göndermedir

Yüksek öğrenime ve üniversitelere giderek azalan devlet yatırımları ve artan kesintileri ile akademisyenler gelir düşüklüğü ve iş güvencesizliği ile de yüz yüze bırakılmışlardır. Giderek artan sayıda akademisyen iş başına ücret ödenen gündelikçi işçiler statüsüne indirgenmiştir. Yarı zamanlı çalışan akademisyen saysı günden güne artmaktadır. Gelir kaybına uğrayan akademisyenler toplumsal statü kaybına uğramaktadırlar.

Neoliberal üniversitenin dönüşümü

Neoliberal üniversite ortamı 'mükemmellik', 'üst sıralar', 'dünya standartları' vb. gibi yeni fetişlerin alanı haline dönüşmüştür. Anlamlı öğrenmenin ve yaratıcı bilimsel çalışmanın yerini ticari sonuçlar almıştır. Akademik yaşam dünyası performans ölçümleri tarafından boyunduruk altına alınmıştır

1970’lerden itibaren üniversiteleri, akaemisyenleri ve öğrencileri neoliberal düzene uyumlu hale getirmek için denetim altına alma yönünde giderek artan hükümet politikalaları uygulmaya konulmuştur. Üniversiteler, bilginin sermaye için ekonomik değere dönüştürüldüğü, bir meta olarak yeniden inşa edildiği fabrikalara dönüştürldü. Ekonomik değer taşımayan, patente dönüşmeyen bilgi anlamsızdı, verimsizdi. Bilgi, üretiici bir güç olarak sermaye haline dönüştürülmeli idi. Böylelikle, bilgi karı maksimize etmek için kullanılan bir meta olarak yeniden kavramsallaştırıldı. Metalaşma bir mal ya da hizmetin kullanım değerinin değişim değerine dönüştürülmesidir. Bilginin metalaştırılması bilginin kullanım değeri için değil, doğrudan piyasada değişim için üretilmesi, yani değişim değeri olan ticari bir ürün olarak yeniden inşa edilmesidir. Bunu doğallaştırmak için bilgi toplumu söylemi dolaşıma sokuldu. Bununla kastedilen aslında bilginin ekonomikleştirilmesi idi. Akademik kapitalizm denilen yeni paradigma ile girişimci akademisyen ve girişimci üniversiteler ortaya çıktı. Üniversitelerin özerk yapısı lağvedildi. Üniversiteler, neoliberal programlarla uyumlu hükümet kurumlarına dönüştürüldü. Kamusal ödenekleri kesildi. Neoliberal teoriye göre bireylere ya da kurumlara tahsis edilen ödenekler onları tembelliğe iterdi. Gelişmelerini engellerdi. Tıpkı bireyler gibi üniversiteler de rekabet baskısı ile yatırımcı şirketler gibi davranmaya zorlandı. Üniversiteler ticarileşti. Zaman içerisinde şirket gibi yönetilmeye başladı.

Müfredat ve eğitim programları sermaye ve sanayinin eleman ihtiyacına göre şekillenen, zamanla değişen güdümlü bir çerçeveye oturtuldu. Mezunlarının istihdam edilme oranı kalite standardı haline geldi. Üniversiteler artık öğrenci taleplerine daha hassas eğitim müfredatarı uygulayan müşteri emnuniyetini esas alan şirketler gibi davranmaya başladı. 

Öte yandan, üniversiteler sanayi ve sermayenin gereksinimlerini karşılayan ARGE birimlerine dönüştü. Üniversite sanayi işbirlikleri ve teknopark benzeri girişimler bunu pekiştirdi. Üniversitelerde üretilen bilgi teknolojik gelişme, inovasyon ve ekonomik büyümeye katkı odaklı olarak kurgulandı. 

Kalite sıralamasında kullanılan küresel kriterlerle üniversiteler, standartlaştırma gerekçesi altında tek tipleştirildi.  Üniversiteler mesleki rutinleri eyleme becerisi kazandıran teknik kurumlara dönüştürüldü. 

Rekabet baskısı altında bırakılan üniversiteler küreselleşme, çeşitlendirilme ve öğrenci sayısının artırılması gibi piyasalaşma eğilimleri edindiler. Öğrenciler eğitim hizmeti alan müşteriler olarak yapılandırıldı. Üniversiteler deyim yerinde ise diploma satan AVM’lere dönüştürüldü.  Metalaşmış bilgiyi talep eden yeni müşteriler olan öğrenci havuzunu genişletmek için fiziksel donanım, kurumsal olanaklar ve yetkin akademisyen yetersizlikleri göz ardı edilerek yerleşik kurallar yok edildi. Sonuçları düşünülmeden öğrenci sayılarının artırılması yoluna gidildi. Yabancı öğrenci hareketliliği artırıldı, kontenjanları yükseltildi. Giriş puan barajları kaldırıldı ya da esnetildi. Üniversite ve fakülte sayıları artırıldı. Yüksek lisans, doktora programlarının sayıları çoğaltıldı. Bazıları için eşitliğe uymayan ayrıcalıklar tanındı. Tüm bu düzenlemeler kalite, istihdam, gereklilik ve planlama gibi sonuçlara yönelik amaçlardan bağımsız yükseköğrenimi ekonomik faaliyet dönüştürmek için yürütülen stratejilerin yansıması idi. Sonuçları ne olursa olsun artan müşterilerin barınma, kredi borçlanması, ulaşım, toplantılar, beslenme gibi yaşam alanları üzerinden ekonomiyi canlandıracakları kesindi. Sermaye için fırsatlar barındırıyordu. 

Rekabet, üniversiteleri ayrıştırdı. Sıralamada üstte olan üniveristeler yatırmlardan daha fazla pay aldılar. Kartopu etkisi ile iyi olan herşeyi alır sonucu oluştu. Diğer üniversiteler adeta felç edildi. Akıma uymayan üniversiteler yok olmaya mahkum edildi.  Ayrışma ve bilginin dikey transferi öğrenci ve akademisyenin daha iyi ülkelere göçüne yol açtı. 

Yükseköğrenimin ana ilkesi, faydacılık oldu.  Araştırma ve projeler, özgür akademisyenin özgür seçimine göre biçimlenen bir düzenden piyasanın gereksinimlerine göre biçimlenmeye itildi. Şekillendirme projelere sağlanan seçici ve yanlı fon destekleri üzerinden gerçekleştrildi. Piyasa değeri taşaımayan, eknomik bir değere dönüşmeyen araştırmalar fon desteklerinden mahrum bırakıldı.

Bilgi, üniversitelerin imtiyazlı alanından çıkarılıp özel sermayenin de üretebildiği bir mecraya evrildi. Bilginin üretildiği sahalar üniversitelerden çıkarılıp sanayi laboratuarları, araştırma merkezleri, düşünce kuruluşları, danışmanlık merkezlerine genişletildi. Bilgi üretimi kamusallıktan çıkarıldı. Devlet desteği kesildi. Devletin piyasadaki rölü akademiye de yansıdı. Devlet artık tedarik edici değil düzenleyici oldu. Devlet bilgi üretiminin finansörü olmaktan çekildi. Bu ise üniversitelerin rasyonellik ve meşruiyetlerinin sorgulanmasına yol açtı.  Bilgiler şirket üniversitelerince şekillendirldi. Bilgi bu anlamda üniversite dışında üretilip sömürülür hale geldi. Şirket üniversitelerinin yükselişi başladı. Şirket ünivesiteleri ilgili şirketlerin bilgi, beceri ve eğitim merkezleri haline dönüştü. Üniversiteler bu şirketlerin araştırma ve geliştirme merkezleri oldu. Fakülteler ilgili şirketlerin özel ihtiiyaçlarını karşılamak üzere kurgulanmaya başladı. Bilginin kamusal niteliği yok edildi. Şirket üniversitelerinde bilgi, sadece problem çözmeye ve bağlama odaklı oldu. Bilgi, problem çözücü, bağlama ait olanın zorunluluklarında gerçek zamanlı üretilen meta haline geldi.  Bu ise toplumun gereksindiği bilginin aksi yönünde olduğundan üniversite ve toplum ayrıştı. Üniversitelerde üretilen, bilim değil sanayi ve sermayeyi emek gücünden bağımsızlaştırmaya yönelik kullanımı için geliştirilen teknoloji idi. 

Üniversitelerin şirketleşmesi sayıları hızla artış gösteren özel üniversitelerle sınırlı kalmadı.  Kamu üniversiteleri de şirket gibi yönetilmeye başladı. Üniversiteler teknoparklar kurarak, patent ve lisans anlaşmaları yaparak, şirketlerle özel projeler yaparak danışmanlıklar vererek bilimsel bilgi üretimini ve araştırma süreçlerini piyasalaşmaya uyumlu hale getirdiler. Dekanlar, akademisyen kimliklerinden çok girişimci/yönetici roller üstlendi. Entellektüellerin yerini idareciler ve girişimci akademisyenler aldı. Geleneksel disiplinler idari birimlere dönüştü. Rekabet baskısı altında olan akademisyenler güvenceli çalışma güvencesini yitirme baskına maruz bırakıldı. Bu baskı, yayınların sayıca artmasına ancak içerikçe yoksun olmasına yol açtı. 

Kampüsler bankaların, özel işletmelerin dahil edildiği çarşıların kurulduğu, personel kartlarının kredi kartları gibi kullanıma açıldığı metalaşma süreçlerine uyumlu piyasa merkezleri olarak yeniden kurgulandı

Araştırma ve eğitim birbirinden ayrıştı. Bilgi, problem odaklı ve bağlama özgü hale geldi Bilginin bütünleşik özelliği kayboldu. Sadece eğitim veren akademisyenler ortaya çıktı. Oradan buraya koşan, uçan akademisyenler sadece ders veren teknik personele dönüştü. Bilimsel araştırmaları genişletmek için değil, sadece eğitim vermek için işe alınan öğretim üyeleri ortaya çıktı. Yarı zamanlı öğretim üye sayısı arttı. Disiplinler arası etkileşim bozuldı. Araştırmalar, projeler, tezler, kongreler, toplantılar, yüksek lisanlar ve bunların puanlandırılması büyük bilime katkı gözetilmeksizin ekonomik değer yaratma potansiyeline göre yeniden düzenlendi.

Eskiden üniversiteler entellektüelin sığınağı idi. Şimdi ise aydınlanma duyarlılığı olmayan girişimci uzmanlar tarfından ele geçirilmiş durumda. Uzman kültürü entelletüel kültürü yok etti. Akademik çalışmaların entellektüel temellendirilmesine olan ilgi giderek daha da artan yoğunlukta göz ardı ediliyor, gereksiz görülüyor. Akademisyenler bilginin değil, mesleki rutinlerin esiri oldular. Akademisyenler ilgili disiplinin günük yaşama yansıyan mesleki alanın teknik detaylarını uygulama becerisini kazanmış uzmanlar haline geldi. Iyi akademisyenler, ilgili alanda pazarı genişletebilme becerisi gösteren piyasa ile olabildiğince uyumlu uzmanlar olarak değerlendirilmeye başladı Akademik ünvanlar sermayeleştirildi. Ünvanlar, piyasada rekabet avantajı yaratan artı değer olarak kullanıldı. 

Yükseköğretimde neoliberal reformların uygulanması, üniversiteyi 'fildişi kule' olarak gören romantik, idealist bakış açısını yok etti. Üniversitenin fildişi kule metaforu, akademisyenlerin gerçek dünyadan kopuk olduğu bir duruşu ifade ediyor. Üniversitenin 'fildişi kule' olarak tanımı, 'merak odaklı bilim adamlarının gerçeğin çıkarsız arayışına yönelik' bir kurum olmasına gönderme içerir. Neoliberal piyasa ile uyumsuz üniversite ve akademisyen anlayışı neoliberal fanatiklerce‘’eskide kalmış’’, ‘’eski moda’’, ‘’modası geçmiş’’, ‘’zamanı kavrayamamış’’ anlayışlar olarak görülmeye ve kınanmaya başlandı. Aksi yöndeki her yaklaşım sapkınlık olarak kodlandı ve ana akım pratiklerden uzak tutuldu. Neyin mümkün olabileceğinin tartışılmasına dahi girilmeden ‘’Başka alternative yok’’ (There is no alternative = TINA olarak sologanlaştırıldı) denildi.

Akademi artık yeni epistemolojik devrimler yaratamıyor. Var olan paradigma içinde, kendini bunu onaylayıcı bir işlevle kısıtlıyor. Üniversiteler artık dünyanın nesnel bir yorumunu sunma işlevi olarak kurgulanamıyor. 1970 sonrası üniversiteler büyük anlatıların yaratıldığı çığır açıcı teorilerin kurulduğu merkezler değil. Tıp fakültelerinde kanıta dayanmayan uygulamalar ürün ve hizmet çeşitliliği üzerinden alternatif tıp adı altında girişimci akademisyenlerce  pazarlanmaya başladı. Halkın sağlığı pahasına sözde akademisyenler ifade özgürlüğü zırhı altında bilim karşıtı reçete pazarlıyorlar

Gelirin performansa endekslenmesi bilimsel araştırma ve ilginin zayıflamasına yol açtı. Akademisyen emek gücünün gelir getiren popular piyasa alanlarına kaymasına yol açtı. Bu durum tıp ve sağlıkta çeşitli alanlarda yetişmiş uzman gereksiniminin bazıları aleyhine anormal kümelenmesine yol açtı. 

Neoliberalizm ile birlikte eğitim kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp parası olanın alabildiği ve kullanabildiği özel bir ürüne dönüştürüldü 

Piyasalaşma, akademik yayıncılığa da yansıdı. Evrensel bilginin serbest dolaşımı ücretlendirilerek parası olana açılan bir meta haline geldi. Editor ve hakemlerin ücretsiz eneği sömürülmeye başlandı.  Ünvan peşinde koşan adaylar için parayla araştırma yayınlayan avcı dergiler baş gösterdi. 

Neoliberal öğrencinin yapılandırılması

Neoliberal üniversitede öğrenci, insan sermayesi ve eğitimin alıcısı, müşteri olarak yeniden kavramsallaştırıldı. Eğitim bir hak olmaktan çıkarılıp parasal gücü olanın alabilceği bir ayrıcalığa dönüştürüldü. Öğrenciler eğitim hizmetlerinin tüketicilerine, akademik personel ise çıktı sağlayıcılarına indirgendi. Artık, üniversite bir hizmet sağlayıcı olarak anlaşılırken, öğrenciler giderek kendilerini öğrenenlerden ziyade müşteri olarak görüyor. Bu soyal değişim üniversitenin McDonaldlaştırılması olarak tanımlanmaktadır. 'McDonaldlaşma'  metaforu  neoliberal piyasacılığın verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ve kontrol takıntısına  gönderme yapmaktadır. McDonald's'ın 'paketlenmiş' hizmet, ürün ve süreçlerine odaklanan organizasyonel (fast-food) yaklaşımı, tekdüze, araçsal, eleştirel olmayan düşünceyi güçlendirmekte ve teşvik etmektedir. “Herhangi bir rasyonelleştirme sisteminde belirsizliğin ve öngörülemezliğin en büyük kaynakları insanlardır’’. McDonaldlaştırma, hem çalışanlar hem de müşteriler üzerinde artan kontrol sağlamanın yollarını aramayı içerir”

Tüketici merkezli ve piyasa odaklı ‘’müşteri her zaman haklıdır’’ sloganı akademide öğrenci merkezli  ‘öğrenci tüketici her zaman haklıdır’ kavrayşının öncelenmesine yol açtı.  Öğrenen-öğreten ilişkisi müşteri-satıcı ilişkisine dönüştü. Öğrenme, öğrencilerin birbiriyle bağlantısız geçici, düzgün bir şekilde paketlenmiş bilgi hapları olarak algıladıkları şeyleri toplama, sindirme ve yeniden üretme sürecine dönüştü. Neoliberal, ticarileştirilmiş üniversite, pasif ve önceden belirlenmiş çıktıyı amaçlayan araçsal öğrenmeyi teşvik eder biçimde yapılandırıldı. Neoliberal öğrenci-müşteri edilgen kılındı. Neoliberal bir üniversitede öğrenciler, yüksek öğrenimin ortak yaratıcıları olmaktan çıkarılıp işgücü piyasasının ihtiyaçlarına uyum sağlamayı öğrenen eğitim tüketicileri olarak yeniden yaratıldı.

Yükseköğrenimde öğrenim etkinliliğini ölçümlendirmede öğrenci memnuniyetini temel alan uygulamalar, ciddi temel sorunlara yol açtı. Öğrenci-tüketiciler karmaşık zorluklardan kaçınma eğilimindedir ve “bilgi haplarının hızlı tüketimini” tercih etmektedirler.  Öğrenci değerlendirmelerine aşırı aşırı kibirli, pasif, hatta akademik personeli küçümseyen öğrenci profilinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu ise öğrencilerin kişisel gelişim ve kişisel dönüşüm sürecine katılımlarını yok etmiştir. Üniversite, öğrencilere piyasanın talep ettiği mesleki becerileri sağlayacak şekilde dönüştürülmüştür. Neoliberal üniversitenin misyonu, kapsamlı ve çok yönlü bir eğitim sağlamaktan ziyade, 'küresel bilgi ekonomisi' için esnek, uyarlanabilir bir iş gücü üretmek olduğundan bilginin ortak üretimi yok edildi. Bilgi işbirlikçi, yaratıcı bir süreçten ziyade tüketilecek bir meta haline dönüştü. Rekabetçi ve açgözlü bir pazarın talep ettiği beceri eğitimi, kapsamlı bilginin yerini aldı. Üniversite, öğrenciler için akademik bir topluluktan ziyade eleştirel düşünemeyen bireyselleştirilmiş tüketicilere dönüştüğü bir ticari organizasyona dönüştü. 

Yükseköğrenimin piyasalaşması öğrenciler arasında eşitsiliği olağanüstü boyutlara taşıdı. Yüksek öğrenim masrafları kamusal olmaktan çıkarılınca ayrıcalıklı sınıfın çocukları ile yoksul aileler arasında kapanmaz farklar oluştu. Yükseköğrenimin maliyeti ailer ve tüketici öğrencilere yüklendi. Öğrenim kredi ve borçları ile öğrenciler iş yaşamına atılırken ödemeyecekleri borç yükü altına sokuldu. Bu ise onların birim emek değerinin aşınmasına yol açtı. Onları sömürüye karşı savunmasız bıraktı. 

 

 

Akademinin piyasalaşmasının önümüzdeki gelecek yıllarda olumsuz sonuçlaryle toplumun her kesimi derinden etkilenecek. Gaspedilen kamusallığı yeniden geri almadan bilim ve bilgi üretmemiz olanaksız. Büyük insanlık ailesinin binlerce yıllık birikiminin ürünü evrensel bilgi şu ana kadar bulabildiğimiz tek geçerli klavuz. Aklı yıkıma uğratan zamanın ruhuna inat her yurttaş için ekmek kadar, su kadar, hava kadar yaşamsal olan aklı ve bilimi referans alan akademi kurumlarını yeniden yaratmak için giderek artan bir toplumsal talep olgunlaşıyor. Başka bir üniversite mümkün söylemi her geçen gün daha fazla politik ve sosyal bir eğilim haline gelmiş durumda. Herşey değişir, dönüşür, devinir neoliberalizm de…

Kaynakça

  1. Neoliberalizm, Bilgi ve Üniversiteler / Nota Bene Yayınları / Mete Kurtoğlu
  2. Manolis Dafermos The neoliberal transformation of university and restructuring of academic labour  Journal for Critical Education Policy Studies Volume 21, Number 1SSN 1740-2743
  3. DesiertoA., & De MaioC. (2020). The impact of neoliberalism on academics and students in higher education: A call to adopt alternative philosophies. Journal of Academic Language and Learning14(2), 148-159. Retrieved from https://journal.aall.org.au/index.php/jall/article/view/731

 

Not: Bu araştırma inceleme makalesi kaynakçalarda belirtilen çok değerli eserlerden alıntılar içermektedir. Tüm yazarlara bu emeklerinden dolayı sonsuz teşekkürler

 

Doç.Dr. Murat Karaoğlan

İletişim 

Email: muratkaraoglan@gantep.edu.tr

Twitter @muratkaraogla11