KİTAPLARIN AYDINLIĞINDA
İNSAN DOĞASI
Yazar:Edward Osborn Wilson
Yayın yılı: 2017
Yayınevi: Thales
Bizler dünyanın biyosferinden oluşmuş varlıklarız. Yapı taşlarımız doğada en çok bulunan, en sıradan (karbon, azot, hidrojen oksijen bir miktar da sülfür ve demir gibi) atomlardan oluşmakta. En basit mikroorganizmalarla aynı olan temel bir kaç evrensel kodla çalışan fizyoloji ve metabolizmaya sahibiz. Önemli bir kısmını yaşam ağacındaki bakteri, virüs, mantar, bitki ve hayvanları da içeren önceki türlerden devşirdiğimiz oldukça az sayıdaki genler koalisyonundan oluşan bir genomumuzun var. Birkaç nöron fazlalığının yarattığı yanılsama ile evrende ayrıcalıklı bir tasarımın eseri olduğumuza dair kibirli hezeyanımız hayatta kalmak için dünyamıza anlam yüklemeye katkı sağlasa da aynı zamanda entelektüel körlüğümüze yol açan en büyük lanetimizi oluşturuyor. Dillerimiz, yarattığımız kültürlerimiz ne kadar etkileyici, zihinlerimiz ne kadar zengin, yaratıcı güçlerimiz ne kadar işlek ve kapsamlı olursa olsun bizi insan yapan zihnimiz doğanın örsü üzerine inip duran doğal seleksiyon çekici ile biçimlenmiş bir sürecin ürünüdür.
Doğamız, en ilkin prokaryotlardan en güncel memelilere tüm yaşam formlarının en temel programını olan üreme ve hayatta kalmayı gerçekleştirmek üzere yapılandırılan bir programa sahiptir, Tüm o en temel refleksler, içgüdüler, dürtüler, en yüce ideolojiler, dinler, kültürler ve uygarlıklara kadar tüm işlevsel edimler hep bu program için uyarlanmışlardır. Potansiyel ve kısıtlılıklarımız, içine doğduğumuz çevre koşullarınca belirlenmektedir. Doğamızın çelişkiler barındıran yapısı, bizi biz yapan özellikler yaşam tarihimizdeki çeşitli koşullara uyum için ortaya çıkmıştır ve o zorlayıcı çevrenin izlerini taşır. Bu yüzden, insan doğası bilinenin inanılanın aksine; değişmez değil, değişen çevre koşullarına göre biçimlenen dinamik bir yapıdır. Doğamıza içkin çelişkiler, antik çevreye göre uyarlanmış motiflerin yeni çevre koşullarına henüz uyum sağlayamamış tepkilerdir.
Henüz geçen günlerde kaybettiğimiz dünyaca iyi bilinen biyolog Edward Osborn Wilson, oldukça etkili bir Amerikalı bilimcidir. Sosyal bilimleri biyolojik temeller üzerinden inceleyen yeni bir bilim dalı olan ‘’sosyobiyolojinin’’ kurucu bilim insanıdır. Eserlerinde insan davranışların evrimsel ve biyolojik arka planını ortaya koyan Edward O. Wilson’un konuya ilişkin oldukça kapsamlı bir kavrayışı bulunmaktadır. Yazar eserinde insan doğasının temel özelliklerine, çelişkilerine bu yapının yarattığı değerlere, kültür, davranış ve dinlere evrimsel ve biyolojik bir yaklaşımda bulunuyor. Doğamızı biçimlendiren alttaki temel yapı ve kurguyu sorguluyor.
Dokuz bölümden oluşan eserin birinci bölümü insan doğasın gerçekte sanılanın aksine, yüce değerlerle bezenmiş bir yapının değil, tüm yaşam formları için var olan temel programı gerçekleştirmek için ortaya çıkmış temel motiflerden oluştuğunu açıklayarak bu ikilemi sorguluyor. Edward O. Wilson, hiçbir türün kendi genetik tarihinin yarattığı gereksinimleri karşılamanın ötesinde bir amaca sahip olmadığını belirtiyor. Evrimsel süreçte insan beyni gerçekte genlerimizin sağ kalıp üremesini teşvik etmek üzere biçimlenmiştir. Beynimiz bir sağ kalma ve üreme makinesidir. Türümüzün kendi biyolojik doğası dışında bir amacı yoktur. İnançlar aslında sağ kalmayı güçlendiren beynin bir fizyolojisidir, ideolojiler gibi inançlar da genlerin organizmalara dikte ettiği programa boyun eğerler. Doğamızın temelinde oturan ahlaki ve etik değerler evrimsel süreçte toplu yaşama katkı sağladığı için seçilime uğramış özelliklerdir. Canlı yaşam, her defasında daha fazla çoğalma olanağı bulan atom ve moleküllerin eylemlerinden başka bir şey değil.
İkinci bölüm doğamızı biçimlendiren genetik yapı ve çevre etkileşiminin evrimsel sürecini ele almakta. Her canlı form yanında insanlar da evrimsel deneylerdir ve milyonlarca yıllık süreçte gen ve çevre etkileşiminin ürünleridir. İnsan doğası, diğer canlı formlarından daha özgün değildir. Günümüz modern insan beyni 2-3 milyon yıl önceki savanada hayatta kalmak ve üremek üzere biçimlenmiş avcı toplayıcının programına sahiptir. Ancak insan-merkezci (antroposentrik) yaklaşım bu kavrayışa engel olmaktadır. Hiçbir entelektüel günah insan-merkezcilik kadar zararlı olmamıştır.
Üçüncü ve dördüncü bölüm doğamızı oluşturan davranışlarımızın ve yarattığımız uygarlıkların biyolojik ve evrimsel temelini ele alıyor. Davranışlarımız gerçekte evrimsel süreçte toplu yaşam için uyarlanmış beyin fonksiyonlardır. Beyin bir davranış üretme makinesidir. Belirlenmiş koşullar altında belirli davranış kalıpları bulunur. Bu yüzden özgür irade bir açıdan yanılsamadır. Beynin bir ürünü olan uygarlık, beynin hipertrofiye (giderek büyümesi) olmasının bir sonucudur. Hiçbir organ evrimsel süreçte temelde basit ancak büyüdükçe katlanarak daha büyük otonom işlev kazanan bir yapı olan beyin kadar büyümemiştir.
Beşinci bölüm insan doğasına içkin bir özellik olarak ilişkilendirilen saldırganlık ve şiddeti ele alıyor ve onun biyolojik ve evrimsel arka planını ortaya koyuyor. İnsan doğası şiddet ve saldırganlık gibi olumsuz karakteristikler içerse de aynı oranda şefkat, dayanışma, duygudaşlık ve özgecilik gibi yüce değerler ile de içkindir. Tüm o dürtüler, kültürler, dinler, sosyo-ekonomik koşullara bağımlı bir çevre ile etkileşimle binlerce hatta milyonlarca yıl süren bir süreçte biçimlenmiştir; tek başına genetik yapımıza kazınmış değişmez yazgılar değildir. Saldırganlık öncelikle besin kaynaklarının kıt olduğu ya da besin ve üreme olanakları için rekabetin yoğun olduğu çevresel koşullarda açığa çıkmaktadır. Daha önemelisi, kaynakları kontrol eden belli bir azınlığın olması durumunda saldırganlık ve şiddet daha da baskın bir davranış olarak öne çıkar. İlkin atalarımızın beyni kendine benzer olanları, yakınındakileri dost, uzakta olanları düşman olarak kodlayan, yabancı eylemlerini hep tehdit gören bir programı bulunmakta idi. Tehdidin yarattığı korku saldırgan dürtülerini körüklemektedir. Ancak bu olgulardan saldırganlık ve şiddeti doğallaştırmaya yönelik ahlaki ve etik değerler çıkarılamaz. Bu sadece geçmiş yaşam tarihinde hayatta kalma ve üreme avantajı sağlayan bu olumsuz dürtülerin ne kadar güçlü ve etkin ise onunla baş etme konusunda o kadar güçlü mücadele etmemiz gerektiğini gösteren bir uyarıdır. Çünkü bizler doğanın bize dikte ettiği zorunlu programa başkaldıra başkaldıra insan olduk. Saldırganlık ancak kaynakların eşitsiz dağıtıldığı insan yoğun çevrede sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde saldırganlığın kurumsallaşmış biçimi olan savaşlar bu güçlü dürtünün yansımasıdır. Ancak, sorun kaynakların kıtlığı değil, kaynakların küçük bir azınlığın lehine büyük insanlık ailesinin aleyhine pay edilmesidir.
Altıncı bölümde seksin insan doğasına içkin özellikleri sorgulanıyor. Seks doğrudan üreme ve haz duyusu ile ilgili değildir. Dahası, çoğu tür için acı verici tehlikelerle dolu bir deneyimdir. Ancak gelişmiş beyne sahip olan insanda üremeye yatırımı teşvik eden itici bir güçtür.
Yedinci bölüm özgecil davranışları ele almaktadır. Mutlak özgeci davranış yoktur. Büyük fedakârlık ve kahramanlıklar gerçekte üreme ve hayatta kalma avantajı yaratan büyük ödüller söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Bu fedakârlıklar önce kendi sonra da en yakınlarına avantaj sağlayan eylemlerdir.
Sekizinci bölümde ise dinlerin insan doğası ile ilişkisi sorgulanmakta. Dinlerin toplumsal sınıflar için oynamakta olduğu roller ele alınmakta. Dinlere aidiyet, sadakat ve koşulsuz inancın temelleri ve hangi biyolojik gereksinime karşılık olarak ortaya çıktığı ortaya konulmaktadır. İnançlar Homo Sapiens'in (insanın) biyolojik bir özelliğidir. Geçmiş yaşam tarihi boyunca hayatta kalmaya katkı sağlayan güçlü bir dürtüdür. Ancak, dinler egemen güçlerin etten alınan payın kendi hesaplarına eşitsiz pay edilmesine toplumsal rıza inşa etmek için kullandıkları etkin bir araçtır
Son bölümde kısa bir özet ile yazar, gelecekte insan doğasına sosyobiyolojik yaklaşımın yaratacağı önemli katkıya ilişkin umutlarını paylaşmakta.
Bizi biz yapan insan doğasının en temel özelliklerinin çok etkileyici bir kavrayışla ele alındığı bu ilham verici eseri içtenlikle öneriyorum.
Herkese saygılar,
Doç.Dr. Murat Karaoğlan
İletişim: Email:muratkaraoglan@hotmail.ccom
Twitter:@muratkaraogla11
Yazar Prof.Dr. Edward O. Wilson'un Türkçe'ye çevrilen diğer eserlerinden bazıları:
İnsan Varlığının Anlamı, Olvido Yayınevi
Yeryüzünün Sosyal Fethi, Say Yayınları