YERYÜZÜNÜN ZAMANI
Yazar: Marcia Bjoornerud
Yayın yılı:2018
Türkçe basım yılı:2020
Yayınevi: Metis (bilim)
Sayfa sayısı:210
Panta rhei
Her şey akar
Pantha horei,
Her şey devinir
Kai avdem menei…
Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz...
(Heraklitos M.Ö. 475)
Dünyamız kaç yaşında?
Güneş, diğer yıldızlar, galaksiler ne zaman ortaya çıktı?
Yeryüzünde yaşam ne zaman ortaya çıktı?
Ve biz! Ne zamandır yeryüzü sahnesindeyiz?
Bu kadim soruların yanıtını ilkin atalarımızdan beri merak etsek de ‘’zaman’’a karşı çocuksu bir ilgisizlik içindeyiz. Her şeyin biribirine evrimin kesintisiz zinciri ile bağlı olmasına karşın geçmiş zamanı adeta yok sayıyor, geleceğe ilgi duymuyor, şimdiyi kavranakla yetinen zman-körlüğü yaşayan bir vurdumduymazlık içindeyiz. Zamana karşı otistik bir tutum sergiliyoruz. Her son yapının başlangıç koşularına bağlı olan bir sürecin ürünü olduğuna ilişkin zaman bilincine sahip olmayışımız siyasetten ekonomiye, eğitimden kültüre, hukuktan sanata iklimden çevreye bireysel ve toplumsal her düzeyde açmazlara çarpmamıza neden oluyor. Kısa vadeli düşünüyor, plan ve stratejilerimizi görünen şimdiki geleceğe göre kuruyor, olayları değerlendirirken görünen son fotograf karesine göre kararlar alıyor, son kareyi oluşturan sürece ilşikin hikayeyi görmezden geliyoruz. Oysa, karar alırken süreç ve zaman bilincine sahip siyasetçi, eğitimci, hekim, ebeveyn, ekonomist ve adalet dağıtıcıların olduğu bir dünya nasıl da farklı olurdu!... Bir düşünün: Şimdide karar alırken halen toprağa yüzünü koymuş geçmiş dedelerin zamanından gelen kısıtlılıklar temelinde henüz doğmamış torunların gelecek dünyasını göz önünde bulundururak politika inşa eden siyasetçinin zengin kavrayışını ya da suçluya ceza dağıtırken suçu oluşturan temel yapı olması nedeniyle geçmiş toplumların ağır yük ve sorumluluğuna göre paya karar veren hakim ve savcının adalet kavrayışını. Ya da tıp profesyonellerinin her gün onlarcasıyle karşılaştığı bedenleri makine parçaları gibi görmek yerine her parçasını milyarlarca yıllık bir süreçte oluşmuş ve devam eden bir senfoni olarak gördüğünde ortaya çıkacak kavrayış zenginliğini düşünün!..
Insanın doğayı kavrayışında kırılma yaratan 4 önemli bilimsel devrim yaşandı: 1-Evrenin merkezine oturmuş dünyayı milyarlarca benzeri olan yıldızlardan birinin önemsiz bir gezenine düşüren Kopernik Devrimi. 2- Her şeyin onun için var olduğuna inanılan her şeye gücü yeten bir yaratıcının özel ilgisinin bir eseri olan evrenin efendisi insanı hayvanlar aleminde memeliler sınıfından çıplak maymuna dönüştüren Darwin Devrimi. 3- Evrenin en gelişmiş rasyonel varlığı olan insan zihnini sadece milyonlarca yıllık süreçte biçimlenmiş koşullara bilinçsiz tepkiler veren davranış makinelerine indiren Freud Devrimi. 4- Dinlerden öğrendiğimiz sadece 6-7 bin yıllık bir yaşa sahip olan yeryüzünün tarihini gerçekte 4.5 milyar yılı aşan bir yaşanmışlığa çıkaran Kronoloji Devrimi. Yazar Marcia yeryüzünün yaşını bilmeye ilişkin geçirdiğimiz tarihsel sürece ışık tutuyor ve bu başarıyı türümüzün en büyük entellektüel başarılarından biri olarak biri olarak görüyor.
Yazar Marcia Bjornerud kitabına önemli bir kavrayışla zaman bilincinin önemine vurgu yaparak başlıyor. Amerikalı bir jeolog olan yazar halen Lawrence Üniversitesi’nde görev yapmakta jeoloji ve çevre araştırmaları yürütmektedir. Yazar kitabında yeryüzünün ve içindekileriinin yaşı ve sürecine ilişkin insan bilgisinin geçirdiği aşamaları ele alıyor.
Birinci bölüm
Eser altı bölümden oluşuyor. ‘’Zamanın Bilincine Varma Çağrısı’’ başlığı ile ele alınan birinci bölümde yazar bir tür olarak insanın zamana ve süreçlere ilişkin umursamazlığını, zamanın reddini, zaman cahilliğini dikkatimize sunuyor. İnsanın sürece değil son biçime değer veren bu vurdumduymazlığına eleştiride bulunuyor. Yeryüzünün geçmiş ve geleceğine dinlerden miras kalan ‘’az önce’’, ‘’bir anda’’ oluşuna ve kısa bir süre sonra kıyametle yok oluşuna ilişkin zaman-körlüğünün kişisel ve toplumsal düzeyde yol açtığı soruna dikkat çekiyor. Zamana karşı bu bilinçsizlik gezegenimizin gelecek doğa ve iklim trajedilerine kontrollü deney laboratuarında basit pasif bir cisimmiş gibi yaklaşmaya neden olduğunu dile getiriyor. Politik ve sosyal sorunlara uzun değil, kısa süreli çözümler üretme yönünde tutum almaya ittiğine dikkat çekiyor. Yazara göre bu yaklaşım, öğretmenlik, doktorluk gibi gelişim, olgunlaşma ve süreç isteyen emek yoğun etkinlikleri değersizleştirmektedir. Zamanı reddedişin doğadaki yerimizi kavramadaki varoluşşsal kaygıdan kaynaklandığını belirtiyor. Yeryüzü ve doğanın gerçek kronolojisini bilmenin bu kaygıyı geçersiz kılacağını belirtiyor. Zaman olmaksızın senfoni ses yığınıdır. Ona değer katan sesleri birbiri ardınca bir zincire bağlayarak anlam katan süreçtir. Yeryüzü de içinde bulundurduğu dağlar, akarsular, atmosfer ve canlılar ile 4.5 milyar yıl önce başlayan ve parça parça birbirine eklenen tempolarla ritm tutarak oluşan ve halen dinamik olarak devam eden canlı bir süreçtir.
İkinci bölüm
‘’Bir Zaman Atlası’’ başlığı ile başlayan ikinci bölümde 6-7 bin yıldan başlayan yeryüzünün yaşını tarihlendirme öyküsünün nasıl 4.5 milyar yıla çıktığının öyküsü tarihsel örneklerle ele alınıyor. Yeryüzünün yaşına ilişkin ilk bilgilerimiz dinlerden gelmektedir. Dinlere göre yeryüzünün yaşı 6000-7000 yıl kadar kısa bir zamana denk düşüyordu. Hatta, İrlanda Başpiskopos’u James Usher 1654 yılında krala ithaf ettiği İncil’de Tanrı’nın yeryüzünü ne zaman yarattığına ilişkin gün ve tarih vererek yazmıştı. Dinsel metinlerde Adem’den itibaren peygamberler zincirininin kesintisiz soy hattından çıkarılan tarihe göre Tanrı yeryüzünü İsa’dan önce 4004 yılında 23 Ekim Pazar günü yaratmıştı. Aynı yüzyılda yaşamış İngiliz yazar Thomas Brown yine dinsel metinlerden edinilen kavrayışla ‘’Zamanı anlayabiliriz. Çünkü o bizden sadece beş gün daha büyük’’ diye yazarak Tanrı’nın tüm evreni ve yeryüzünü sadece altı günde yarattığını dile getiriyordu. Ne ki, ilerleyen yıllarda Avrupa’da başlayan bilimsel devrim ile yeryüzünün yaşına ilişkin gözlem ve deneylerden elde edilen ilk farklı yaşlandırma rakamları da gelmeye başladı. Maden kazılarında kaya katmanlarının farklı biçimleri, buralardan elde edilen fosillere ilişkin çıkarımlar yeryüzünün yaşının daha fazla olması gerektiğine işaret ediyordu. Fosillerle birlikte soy tükenimi kavramı da ortaya çıktı. Elde edilen fosiller hiç bir yaşayan hayvana uymuyordu. Ama bu nasıl olabilirdi? Dinlere göre her canlı şu anda olduğu biçimde ve tek defada bir anda Tanrı tarafından yaratılmışlar ve yeryüzüne konulmuşlardı. Öte yandan, binlerce metre yükseklikteki sıradağlarda deniz canlılaırının fosilleri bulunuyordu. O zamanlarda dağların kıtaların hareketi bilinmediğinden ve bilinen tek küresel jeolojik doğa olayı dinlerden öğrenilen Nuh Tufanı olduğundan bu fosillerin buraya bu tufanla sürüklenmiş olduğu çıkarımları yapıldı. İlerleyen yıllardarda dünyanın yaşına ilişkin rakamlar 50 bin yıl, daha sonraları da 100 bin yıl olarak öngörülmüştü. Ancak, bu rakamları öngörenler dinlere ve kiliseye aykırılık nedeni le açıkamakta uzun süre çekinik davrandılar. Daha da ilerleyen yıllarda yeryüzünün yaşını Kelvin 20 milyon yıl olarak öngördü. Hutton, Weald Vadisi’nin 300 milyon yıl yaşında olduğunu belirtti. Charles Darwin yeryüzünün yaşının en az 1 milyar yıl olması gerektiğini o günkü koşullarda öngörmüştü. 1915 yılında Alma jeolog Wegener kıtaların hareket ettiğini belirttiği ‘Levha Tektoniği Kuramı’nın ilkelerini açıkladı. Atomun yapısının anlaşılması ile birlikte radyoaktif atomların bozunma hızından kayaların yaşının radyoizotop yöntemlerle önce 3.5 milyar daha sonra 4.6 milyar yıl olduğu anlaşıldı (Rahat uyu Darwin!). Bu çığır açıcı yöntemle yeryüzünün üzerinde canlıların toplu yokluşlar yaşadığı anlaşıldı. Ve yeryüzü bu yokoluşlarla belirlenen jeolojik dönemlerle yapılan bir kronolojiye sahip oldu. Bilimsel bilgilerin karşı konulamaz gerçekliği karşısında dinsel metinlerde geçen gün ya da yıl kavramları dönem ya da devir olarak yorumlanmaya başlamış ve kasdedilenin gerçekte dönemsel bir süreç olduğu ileri sürülmüştür.
Dünyanın jeolojik dönemlerinin zaman çizelgesi ve İrlanda Başpiskoposu James Usher krala ithafen hazırladığı İncil’de Tanrı’nın dünyayı dinsel rivayetlerden çıkarımla İsa’dan 4004 yıl önce 23 Ekim Pazar günü yarattığını yazmıştı.
Üçüncü bölüm
‘’Dünyanın Temposu’’ başlığı ile ele alınan üçüncü bölümde yeryüzünde kıtaların, dağların, toprak ve suyun, atmosferin sürekli yapıcı ve aşındırıcı kuvvetlerin etkisi ile devinim halinde olduğu işleniyor. Bu akışkan sürecin teknik detayları okuyucu ile paylaşılıyor. 65 milyon yıl önce Meksika’nın Yukatan Körfezi’ne düşen 10 kilometre çapındaki göktaşının öyküsü ve küresel etkileri anlatılıyor. Bu olay sonrası gelişen küresel ısınma ve atmosfer kirliliği bitkisel yaşam formlarının yok olmasına bunun da otcul dinazorların soylarının yok olmasına yol açıyor. Bu ise etçil dinazorların soylarının yok olması ile sonuçlanıyor. 165 milyon yıl yeryüzünün en baskın türü olan dinazorların yok olması ile primatlar sahne alıyor. Primatların evrimi ile insana ait olan Homonoidler yaklaşık 8-10 milyon yıl önce ortaya çıkıyorlar. Insanıa evrilen kolda 2-3 milyon yıl önce insan öncülü atasal soylar belirmeye başlıyor. Insan dahil, hiçbir türün ilk bireyi diye bir canlı asla olmadı. Soy ağacı üzerinde zaman sürgüsünün ancak milyon yıllar ileri geri sürülmesi ile kavranabilen birbirine dönüşen türler oldu.
Kıtaların oluşumunun evrimsel tarihi ve 300 milyon yıl önce Türkiye
Dördüncü bölüm
‘’Havadaki Değişim’’ başlıklı dördüncü bölüm atmosferin ve bununla dinamik bir ilişki içinde olan canlı yaşamın evrimi anlatıyor. Canlı yaşam atmosfer bileşiminin değişimi ile doğrudan formdan forma dönüşen bir örüntüye sahip oluyor. Ilk yaşam, oksijensiz fotosentez yapabilen prokaryot denilen çekirdeksiz hücrelerle okyanus derinliklerinde hidrotermal bacaların eteklerinde başlıyor. Atmosferdeki oksijen ve nitrojen oranları değiştikçe yaşam formlarının metabolik biçimleri de değişiyor. 2.5 milyar yıl önce Büyük Oksijen Felaketi diye bilinen atmosferdeki oksijen oranının artması ile çoğu yaşam formu yok oluyor. Oksijen toksisitesinden korunmak için antioksidan molekülleri kullanabilen yaşam formları seçilime uğruyor. Ve oksijeni kullanabilen yaşam formları ile beraber yaşam çeşitliliği artıyor. Bu dönem sonrası yüz milyonlarca yıl süren buzul döngüleri ortaya çıkıyor. Yaşam okyanusa taşınıyor. Bu döneme Kartopu Dünya denilmektedir. 800 milyon yıl önce ilk çok hücreli yaşam formları ortaya çıkıyor. 540 milyon yıl önce Kambriyen Dönemi denilen dönem sonrası vertabralı balıklar yaşam sahnesine çıkıyor. Yaklaşık 80 -100 milyon yıl aralarla toplu yokoluşlar oluyor. Kambriyen-Ordovisyen-Siluryen- Devoniyen- Karbonifer- Permiyen- Jura-Trias-Kreteaz… gibi jeolojik devirler yaşanıyor
Dünya atmosferinin 4.5 milyar yıllık değişimi
Beşinci bölüm
‘’Büyük İvmelenmeler’’ başlıklı beşinci bölümde yeryüzünde yaşanan iklim değişikliklerinin döngüselliği ve bunu açılayan jeolojik yaklaşımlar ele alınıyor. Tekrarlayan buzul ve buzul arası döngülerine Milankowiç Döngüleri denilen Dünyanın Güneş düzleminden 23 000 yıllık yukarı ve aşağı salınımlarının neden olduğu belirtiliyor. Iklim değişikliklerinin insan uygarlıklarındaki büyük kırılmalara, savaş, kıtlık, ve toplumsal hareketlere etkileri geniş örneklerle zenginleştirilerek anlatılıyor. Iklim değişikliği üzerine jeolojik etkenler dışında ilk kez insan etkisinin (Antroposen Çağ) öne çıktığına dikkat çekiliyor
Dünyada canlı yaşam formlarının 4.5 milyar yıllık evrimsel süreci
Altıncı bölüm
‘’Zaman Bilinci’’ başlıklı son bölümde yazar, yeniden zaman ile olan çarpık, kibirli, ve umarsız körlüğe dikkat çekiyor. Çevresel sorunların ve varoluş bunalımların kökeninde doğadaki yerimize ait çarpık zaman bilinci yatmaktadır. Kendimizi yeryüzünün efendisi görüyor, ölümden korkuyoruz. Kendimizi Dünyanın daimi sakinleri değil de şanslı mirasçıları ve ileride kendi miraslarını bırakacak kişiler olarak görürsek, insanlar birbirlerine ve gezegenizimze daha iyi davranacaktır. Zamanla ilişkimizi düzeltmeli, kendimizi ‘’şimdi Adasında’’ hapsolmaktan kurtarmalıyız, diye ekliyor yazar.
Yazar bu bölümde geleceğe ilişkin oldukça çarpıcı saptama ve önerilerde bulunuyor. Küresel servetin küçük bir azınlığın elinde bulunması, dünyanın büyük kısmı için kısa vadede hayatta kalabilmenin her zaman için geleceğe hazırlanmaktan daha öncelik taşıması anlamına gelir ki bu da gezegeni felakete sürükler.
Torunlarımızın torunlarını için gelecek planları kurgulayan Gelecek Bakanlıkları gibi politik kurumlar oluşturmalıyız. Müşterek zenginliklerimizin, doğanın, akarsularuın dağların, ormanların, denizlerin korunması yeniden kuşaktan kuşağa aktarılması gereken temel bir değer ve yurtsever bir erdem olarak kültürel bir kod olmalıdır.
Öğrenciler, gezegenimizin nasıl işlediğine dair evrimsel yaklaşımlarla ve sağlam bilgilerle donatıldığında, kamu görevlilerini suyun toprağın ve havanın akıllıca kullanımından sorumlu tutacak eğitimli seçmenlere dönüşür.
Jeolojik geçmişin dramatik anlatımları insanların hikaye anlama heveslerine son derece uygundur. Evrim kuramına direncin kökeninin dinsel doktrinlerden çok varoluşsal korku olduğuna ve doğal dünya ile bilimsel anlatıları öğrendikçe insanlarda dinsel korkulardan kaynaklanan dehşetin azaldığna işaret edilmektedir. Evrimsel yaklaşım özümsendikçe büyümenin, yaşlanmanın korkulacak şeyler değil, kutlanacak şeyler olduğu anlaşılacaktır.
Dünyayı bizim dışımızda sessiz ve değişmez bir şey kabul ettiğimizden ona anlayış göstermeyi ve onunla iletişim kurmayı beceremiyoruz.
Ne var ki, Dünya bizimle devamlı konuşuyor, her taşta geçmişin kayıtlarının bulunduğu değişmez gerçeklik, her yaprakta bir enerji santral taslağı, her ekosistemde sağlıklı bir ekonominin işleyişi bulunan birer örnek sunuyor
Son derece etkileyici bir anlatımla detaylarla zenginleştirlmiş bir dünya ve yaşam tarihi için keyifli okumalar umuyorum
Saygılar, herkese
Doç.Dr. Murat Karaoğlan
Iletişim:
Email: muratkaraoglan@hotmail.com
Twitter: @muratkaraogla11
Yeryüzünün Zamanı
Kitap Arka yüzü
Yaşadığımız gezegeni ne kadar tanıyoruz? Çoğumuz Dünya’nın milyarlarca yıllık bir geçmişe sahip olduğunu biliyoruz, ama yeryüzündeki jeolojik olayların muazzam zaman ölçeklerini kavramakta pek başarılı değiliz. Jeolog Marcia Bjornerud işte bu eksikliği doldurmayı hedefliyor. Bjornerud’a göre, içinde bulunduğumuz çevre krizinin en önemli nedenlerinden biri, Dünya ile ilişkimizde geniş kapsamlı bir zaman bilincine sahip olmamamız ve şimdi-odaklı bir bakış açısına saplanıp kalmamız.
“Bir tür olarak Dünya’da kendimizin ortaya çıktığı zamanın öncesine karşı çocuksu bir ilgisizlik ve inanmazlık sergiliyoruz. Kahramanları insan olmayan hikâyelere burun kıvıran pek çok kişi doğa tarihine aldırmıyor. Dolayısıyla duygularımızda ayarsız olduğumuz kadar ‘zamansızız’, zaman cahiliyiz. Deneyimsiz ama aşırı özgüvenli sürücüler gibi, doğal alanlara ve ekosistemlere, onların yerleşik trafik kurallarından habersiz gazlayıp giriyoruz, sonra da doğa yasalarına aldırış etmediğimiz için kesilen cezaları şaşkınlık ve öfkeyle karşılıyoruz.”
Ama tam gaz ilerlediğimiz bu yoldan dönmek için hâlâ çok geç değil, diyor Bjornerud. Yeryüzünü tanıyarak, onun ritimlerini öğrenerek, kaynaklarının ne kadar uzun zaman aralıklarında oluştuğunu anlayarak, geçmişte yaşanan çevre felaketleri ve toplu yok oluşlar hakkında bilgi edinerek, kısacası dünyamıza bir jeoloğun gözleriyle bakarak geleceği kurtarabiliriz.
2019 yılında Amerikan Yayıncılar Birliği’nin PROSE Ödülü’ne layık görülen bu kitabı, yeryüzünün halen devam eden görkemli hikâyesine ilgi duyan tüm okurlarımıza tavsiye ediyoruz.
Yeryüzünün tarihi ve jeolojik oluşumların evrimine ilişkin daha ayrıntılı bilgi ve ileri okumalr için kitap önerileri:
1- Yeryüzünün Tarihi, Martin J. S. Rudwick, 2018, Maya Yayınevi
2- Kökenler: Yeryüzünün Tarihi İnsanlık Tarihini Nasıl Şekillendirdi? Lewis Dartnel, 2020, Tellekt yayınevi
3- Köken / Avrupa Doğa Tarihinin İlk 100 Milyon Yılı, Tim Flannery,Panama Yayincilik
4- Yok Oluş, David M. Raup, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi