Delal Dara Kılınç

Tarih: 24.04.2025 16:35

Altını Olan Kuralları Koyar, Kuralları Koyan Altını Alır

Facebook Twitter Linked-in

 

Bu olguya sıklıkla "altın kural" veya "altın formül" denir. Zamanımızın en merak edilen küresel sorularından biri olan "Bir sonraki süper güç Amerika Birleşik Devletleri mi, Rusya mı, Çin mi olacak?" sorusuna bu perspektiften cevap verilebilir. Bazıları askeri veya teknolojik üstünlüğün daha önemli olduğunu iddia etse de gerçek şu ki bu güçlerin gelişmek ve ayakta kalmak için altına(!) -ekonomik güce- ihtiyaçları var.

 

Küresel gücün gerçek dinamiklerini kavramak için "devlet" kavramının ötesine geçmeliyiz. Aslında reel-politikte devlet kavramının ötesinde, sadece sermaye vardır -altın, para, güç. Sermaye daha fazla üretebileceği yere akar: elverişli yasal ortamlar, ucuz işgücü, güçlü lojistik. Sermaye, üretim daha kolay ve kârlar daha yüksek olduğunda hareket eder. Paranın biriktiği yerde güç birikir. Altını olan kuralları koyar ve kuralları koyan daha fazla altın toplar. Bu zamansız bir sosyoekonomik gerçektir.

 

Dünya devletler tarafından değil, sermaye sahipleri tarafından yönetilir. Tarihsel olarak, devletler çoğu zaman yalnızca ön saflardaki aktörlerdi; aileler, bankalar ve şirketler ipleri arkadan çekiyorlardı. Amerikan sermayesinin hem I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ülkelerine sağladığı finansman -örneğin, 1915'te Lord Reading başkanlığındaki İngiliz-Fransız Finans Komisyonu tarafından J.P. Morgan & Co. aracılığıyla Amerika'dan alınan 500 milyon dolarlık kredi- hem de II. Dünya Savaşı sırasında -örneğin, İngiltere ve Fransa'nın savaş sırasında aldığı krediler ve ABD'nin 1948-1951 yılları arasında Marshall Planı kapsamında 16 Avrupa ülkesine sağladığı toplam 17 milyar dolarlık ekonomik ve teknik yardım- tarihi belgelerde yer almaktadır. Bu sayede ABD, savaşların sona ermesinden bu yana bu ülkelerin çoğunda hegemonik bir güce ve hatta askeri üslere sahip olmuştur. Devlet adına sağlanan bu kredilerin arkasında finans kuruluşlarının ve hatta bazı ailelerin olduğu da bilinmektedir. Örneğin, 1851'deki Brezilya-Arjantin Brezilya-Uruguay savaşlarının, 1803-1815'teki Birleşik Krallık-Napolyon savaşlarının ve 1853-1856'daki Birleşik Krallık-Kırım savaşlarının Rothschild ailesi tarafından finanse edildiği belirtilir.

 

Son birkaç on yılda sermaye Çin'de daha yüksek getiri sağlayabileceğini fark etti. Ucuz üretim maliyetleri, büyük bir işgücü ve genişleyen pazarlar dünyanın dört bir yanından yatırım çekti. Çin'de üretilen aynı ürün aynı küresel fiyattan satılıyor ancak daha yüksek marjlar sağlıyor. Bu nedenle sermaye yalnızca Çin'e değil, aynı zamanda Hindistan, Vietnam ve Tayvan'a da kayıyor. Warren Buffett'ın artık bir Çinli elektrikli otomobil devi olan BYD'ye erken yatırımı bunun açık bir örneğidir. Sermayenin küresel hareketleri her zaman olduğu gibi sınırsızdır. Ayrıca, Cengiz Han'ın geniş Moğol devleti, Pax Romana sayesinde Roma İmparatorluğu, Pax Ottoman sayesinde Osmanlı İmparatorluğu ve tüm benzer örneklerin tarihteki yerlerinin; paranın ve ekonomik güce sahip olanların (altının) dünyada serbestçe ve güvenli bir şekilde dolaşmasını sağlamış olmalarından kaynaklanmıştır.

 

Güncel olayları yalnızca ulusal bir bakış açısıyla analiz etmek yanıltıcıdır. Resmen evet, devletler vardır; ancak gerçekten önemli olan küresel sermayenin akışıdır. Kârların en yüksek olduğu yere yatırım yapan hareketli, ulusötesi bir sermaye sınıfı var. Bugün gerçek mücadele, sermayeyi kendi sınırları içinde tutmaya çalışan ulusal yapılar ile sınır ötesi hareket eden sermaye sahipleri arasındadır. Kripto paraların da bu hareketliliği sembolize ettiği; sermayenin kontrolünü daha da zorlaştırdığı da burada ayrıca not edilebilir. 

 

Bugün Çin, sermaye yayılımının en büyük yerini temsil ediyor. Bu yüzden küresel yatırımcıların hepsi orada. Amerika'nın giderek artan hayal kırıklığı elle tutulur cinsten: "Fabrikalarımız, çip üretimimiz ve fikri mülkiyetimiz neden Çin'e taşınıyor?" Çünkü sermaye daha fazla para kazandığı yere gider. Para orada birikir ve diğerleri geride kalır. Ancak durum her zaman böyle olmuştur; sermaye sınırlandırılamaz. Antik çağlardan beri, servet (tuz, kumaş, baharat, altın veya gümüş olsun) imparatorlukların oluşumunu yönlendirmiş, savaşları tetiklemiş ve güç merkezlerini değiştirmiştir. Bugün Çin altın topluyor! Kuşak Yolu'nun başlangıcında birçok ülkeyi para vererek ve onlara yatırım yaparak destekliyor. Bu nedenle, yeni yönetici altının yeni sahibidir; Çin’dir. Ve bunu kabul etmekte zorlanan diğer süper güçün başlattığı gümrük savaşları belki de daha büyük savaşların sadece bugünkü ilk adımıdır.

 

"Amerika'nın Silikon Vadisi ve teknoloji yetenekleri var." Bu zihinsel üstünlük parayla altınla satın alınamaz elde edilemez diyebilirsiniz… Ancak yenilik ve emek en iyi koşulları takip eder. Çin veya başka bir bölge daha iyi ekonomik ve sosyal koşullar sunarsa, yetenek ve şirketler oraya taşınacaktır. Hiç kimse, hiç bir şey yeri doldurulamaz değildir. İnsanlar göç eder, işletmeler taşınır ve kültürler füzyon toplumları haline gelir. Tarih bu tür geçişlerle doludur. Sermaye her zaman bir yol bulur.

 

Ancak burada başka bir önemli bir soru daha beliriyor: 1,5 milyar Çinli orta gelir düzeyine ulaşırsa ve Batılılar gibi tüketmeye başlarsa ne olur? Çin'in üretimi artık küresel ihracat için yeterli olmayabilir. Ya da Çin nüfusu sonunda Rusya’nın Uzak Doğusu gibi daha az nüfuslu komşu bölgelere yayılırsa ne olur? Bu senaryo yaygın olarak duyurulmuyor ancak göz ardı edilemez. Çin ayrıca iç zorluklarla da karşı karşıya: toprak anlaşmazlıkları (Japonya, Hindistan ve Tayvan ile), yaşlanan nüfus, düşük doğum oranları ve eşitsiz servet dağılımı.

 

Sonuç olarak, sermaye fırsatın büyüdüğü yere hareket ediyor. Altını olanlar kuralları yazıyor, sınırları yeniden çiziyor ve geleceği tanımlıyor. Bu ilke sınırları ve ideolojileri aşıyor.

 

Kaynaklara mümkün olan en kolay şekilde erişmek, bu kaynakları en uygun ve en ucuz koşullarda kullanarak üretim yapmak, güvenli bir üretim zinciri geliştirmek; enerji bağımsızlığına ulaşmak ve bu döngünün tamamını koruyacak güçlü, teknoloji odaklı bir ordu kurmak. Bunlar sermayeyi kontrol edenlerin 'devletten' bağımsız olarak aradıkları şeylerdir.

 

Bugün bunları nerede yapabilirlerse, o 'devleti' dünya sahnesinde bir süper güce dönüştürecekler, ta ki bir sonraki daha ‘ucuz ve uygunu’ bulana kadar. Çin'in yükselişine bugün bu bağlamda bakmak değerlidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —