Nükleer Tıp Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Cengiz Taşçı:''Sosyolojide, neoliberalizm-küreselleşme kıskacındaki “tarım sorunu” tartışılıyor. Kapitalist demokrasilerin sermaye ve emek (işçi ve patron ya da proleterya ve bıurjuva) diye ayrı
Sosyolojide, neoliberalizm-küreselleşme kıskacındaki “tarım sorunu” tartışılıyor. Kapitalist demokrasilerin sermaye ve emek (işçi ve patron ya da proleterya ve bıurjuva) diye ayrılan iki sınıflı yapısı sistemin mantığı için gerekli görülüyor. Ancak köylüler, bakkallar, küçük esnaf, eskinin zanaatkarları vb. genellikle kişisel ya da aile emeğine dayalı” küçük meta üreticileri” sistemin mantığına zarar veriyor. Bu gruptakiler hem kendi işinin patronu, hem de emekçisi. Kapitalist ilişkilerden büyük ölçüde korunan bağımsız bir alanda çalışıyorlar. Sömürmüyor, sömürülmüyorlar. Bu bağımsızlık onları kararlarında da özgür bırakıyor. Direnç merkezi olabiliyorlar.
Tarım alanında bağımsızlığın esas simgesi tohum. Çiftçi o seneki ürünün en iyi taraflarından gelecek sene için tohumunu ayırıp yeniden üretim yapıyor. Kimseye ihtiyacı yok. Tarımın en önemli hammaddesi tohumu kendi üretiyor. Üstelik, her sene en iyi tohumu seçerek ürünün evrimine/ıslahına katkı sağlıyor. O nedenle klasik tarımdaki bu tohuma “melez tohum” deniyor. “Melez tohum” kapitalizmin düşmanı, çünkü büyük tarım arazilerinde derebeylik taslıyor.
Neoliberalizm-küreselleşme sürecinde 1980-90’lar ve sonrasında en önemli dönüşüm alanı olarak tarımda entegrasyon ele alınıyor. “Küçük meta üreticisi” köylüler ile sermaye arasındaki gerilimli ilişkiler özellikle tohumun niteliği üzerinde yoğunlaşıyor. “Terminatör tohum” icat ediliyor. Yani DNA’sı oyananarak elde edilmiş, sadece bir kez ürün vermeye yarayan ve sonra kendi kendini yok eden endüstriyel tohum. Böylece serbest pazarda tüketiciye sorulmuş oluyor, yamuk ve tüylü şeftali mi yemek istersin, hepsi bir kalıp, düzgün görünümlü ve tüysüz şeftali mi? Yandan bacağı çıkmış, üzerinde yer yer yarıklar bulunan domatesi mi yoksa sırayı hiç bozmayıp, parıltısıyla size göz kırpan domatesi mi… Öte yandan, aracılar, dağıtım ve pazarlama, ürünün üretim maliyetinin önüne geçiyor. Üreticiye, aracılık faaliyetleri üzerinden fiyat ayarlaması yapılıyor. Tarım gibi banal ifade, “tarım-gıda sistemi” ve “gıda rejimi” olarak daha büyük bir senaryo içinde ele alınıyor. Bu senaryoda üretimden yani köylünün emeğinden çok, ileri ve geri tarım destekleri öne çıkıyor. Yani traktörler, makineler, ürün çeşitliliğini ve bolluğunu sağlayacak yeni tarımsal mekan tasarımları ve girdiler ile tüm bunların pazarlanması, dağıtım ve satışını yapacak aracılar… Gerilim işte buradan kaynaklanıyor? Tüketici bir tür hipergerçeklik görüntüsü veren bu yeni ürüne yönlendiriliyor ve melez tohum gözden düşürülüyor. Melez tohum, geleneksel yöntemle ve belli bazı ürünlerde daha etkili ve hızlı bir şekilde ıslah edilebiliyorken, terminatör tohum tüm ürünlerde ve modern endüstriyel teknolojiyle üretilebiliyor. Bu teknoloji öyle pahalı ki, kooperatif kursalar da ona sahip olamıyor köylüler. Böylece köylü tarımdan yavaş yavaş çekiliyor. Bir türlü vazgeçmeyen muhafazakarlar, Dünya Bankası marifeti ve hükümetler eliyle kendilerine ulaşan aylık para karşılığında ekip biçmeyi bırakıyorlar. Çünkü o yıl bir doğa felaketi olmadığını varsaysak bile, benzin, gübre (pahalı endüstriyel gübre gerekiyor), tohum ve vergilerle maliyeti artmış olan ürünün fiyatı aracılar eliyle katlanıyor. Onca emek verip pazara gönderdiği ürün pazarda rekabet edemiyor. Geriye dönük olarak ertesi yıl daha fazla üretim maliyetine karşılık ürününü daha ucuza satmaya zorlanıyor. Kar edemediği gibi emeği ve yatırımı boşa gidiyor, zarar ediyor. Hala uslanmayan geri kafalılar(!), kredi alarak işi yürütmeye çalışıyorlar ancak bankaların kucağına düşmek, hırsızdan kaçarken katilin evine sığınmak gibi. Öte yandan, şehirleşme üzerinden bu eski kafalılar kendi nesillerinden koparılıyorlar. Yeni nesil, ilkel tarımla uğraşmak ve köylü olmak istemiyor. Nihayet, köylünün önce zürriyeti sonra da bizzat kendisi, tohumun ve toprağın değersizleştirilmesi ve tarım alanlarının yerleşime açılmasıyla, toprağını satıp şehirlere yöneliyor. Önce “mülksüzleştiriliyor”, sonra “işçileştirilme” gerçekleşiyor ve nihayet “değersizleştirme”. “Kendi toprağında proleterleşme” deniyor buna. (Tüm bunlar sosyolojinin tanımları). Son olarak şehirlerde emeğinden başka satacak bir şeyi kalmayan köylünün emeği “metalaştırılıyor”. “Gıda rejimi” sistemleşiyor, bu alanlar kapitalist firmaların eline geçiyor. Küresel düzeyde ve ucuza üretilen ürünlerle pazarda rekabet etmek olanaksız hale geliyor. Tarım ve gıda sisteminde tekelleşme ve küreselleşme böylece tamamlanıyor. Birkaç on yıl öncesi tarım ülkesi olan memleketimiz sanayileşmeyi sağlayamadığı ve bilgi toplumunun gereklerini yerine getiremediği gibi, tarımdan da oluyor. Bu sadece tohumun, köylünün, bakkalın, küçük esnafın değil, bir ulusun bağımsızlığını kaybetmesinin öyküsüne dönüşüyor.
1950-60’larda tarımın makineleşmesi ve şehirleşme ile kapitalizmin köylüyü işçileşme serüveninin ilk aşamasına dair çok güzel filmlerimiz var. 1978 yapımı, senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, Zeki Ökten’in yönettiği ve başrollerinde Tarık Akan, Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz’in oynadığı “Sürü” filmi ile 1985 yapımı senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı, Nesli Çölgeçen’in yönettiği ve Şener Şen’in oynadığı “Züğürt Ağa” filmleri feodalizmin çöküşünü biri trajik diğeri komik bir dille pek güzel anlatır. Muhtemelen hem köylünün artık milletin efendisi olarak görülmemesinden hem de günümüzün neoliberal dönüşüm sarmalında film endüstrisinin de kendi kaygıları yüzünden bugünkü köylülerin öyküsü beyaz perdeye aktarıl(a)mıyor. Yeni dünya düzeninde, sosyal medya aracılığıyla sınırsız özgürlük duygusu pompalanan insanlar, bankalar, krediler, eğitim/sağlık harcamaları ve işini kaybetme korkusu vb. gibi gerçek sınırlamalar ile aslında köleleştirilmektedir. Bu sistem içinde rasyonel insanın sistemin gereklerini yerine getirmeye çalışması etoloji (hayvan davranışları bilimi) ve sosyal-psikoloji açısından olağan görülmektedir.
Tüm bunların bizimle ne ilgisi var diye düşünüyorsunuz. Neoliberal politikalar sadece tarımda dönüşümle sınırla değil elbette. Devlette dönüşüm ve özelleştirmeler, sağlıkta dönüşüm, kentsel dönüşüm, eğitimde dönüşüm… Sağlıkta hekimin, adalette avukatın, şehircilikte mimarın-mühendisin, akademide profesörün mülksüzleştirilmesi, işçileştirmesi, emeğinin değersizleştirilmesi ve metalaştırılması desem…