Dünya 2019 yılında Trump’ın Çin ile başlattığı Ticaret Savaşlarına sahne olmuştu.
Dünya 2019 yılında Trump’ın Çin ile başlattığı Ticaret Savaşlarına sahne olmuştu.
Ticaret savaşları küresel ticareti ve küresel üretimi olumsuz etkilemişti. Bu savaşın galibi ABD gözükürken dünyanın geri kalanı ciddi kayba uğramıştı.
2019 yılı Aralık ortasında ABD ile Çin’in ticaret savaşlarında Birinci Faz Anlaşması imzalamaları 2020’ye ümitle bakılmasını sağlamıştı.
Ancak 2019 Aralık ayının sonlarında Çin’de koronavirüs salgını patlak verdi.
Önce çok önemsenmedi. Fakat sonra salgının ve ölüm olaylarının çok hızlı artması Çin’de ve bütün dünyada büyük bir panik havası yarattı.
Koronavirüs salgını ve paniği arkasından bütün ülkelerde büyük bir ekonomik krize neden oldu. İnsanlar evlerine kapandı. Ekonominin çarkları durdu.
Bu ekonomik krizin bitmesi için öncelikle SAĞLIK KRİZİ olan KORONAVİRÜS KRİZİNİN bitmesi gerekmektedir. Sağlık krizi devam ederken ekonominin yeniden üretmesi ve tüketim yapılması mümkün değildir. Bu nedenle önce sağlık krizini bitirmek ön şarttır.
Ancak ondan sonraki süreçte ekonomide yarattığı tahribatı gidermek mümkün olabilecektir.
Koronavirüs paniği küresel ekonomiyi şu şekilde etkiledi;
a. Birinci aşamada Çin’den diğer ülkelere hammadde ve aramalı tedarik zincirinin kopması bütün ülkelerde üretimde sıkıntılara ve arzda düşüşlere neden oldu (ARZIN AZALMASI).
b. İkinci aşamada salgının ve ölümlerin küresel düzeyde hızla yayılması insanların eve kapanmalarına neden oldu. Bu da küresel talepte ciddi azalmalara yol açtı (TALEBİN AZALMASI).
c. Son aşamada firmaların iflasının ve işsizliğin artışının getirdiği ödeme güçlüğünün yarattığı “FİNANSAL KRİZ”e yol açtı.
PEKİ SAĞLIK KRİZİ NE ZAMAN SONA ERECEKTİR?
Koronavirüs salgınının sona ermesine yönelik çeşitli senaryolar ileri sürülmektedir;
a. Birinci senaryoya göre; bir-iki ay içerisinde tedavi edici ilaç ve biraz daha uzun sürede (minimum bir yıl) virüs aşısı geliştirilecek, bu şekilde virüsün yayılması önlenecektir,
b. İkinci senaryoda; (sars virüsünde olduğu gibi) koronavirüs mutasyona uğrayarak insandan insana bulaşma özelliği kendiliğinden ortadan kalkacaktır,
c. En kötü senaryoda ise; aşı geliştirilmesi uzun zaman alacak, bu nedenle virüs dünya nüfusunun 60-70’i gibi bir kısmına bulaşarak bir çok ölüm olayına neden olacak, tedavi edilenlerin virüse bağışıklık kazanmaları sayesinde virüs salgını sona erecektir.
Koronavirüsün yarattığı sağlık krizi eninde sonunda sona erecektir.
Ancak bu krizin yol açtığı ekonomik kriz dünyanın daha önce yaşadığı ekonomik krizlerden farklılık göstermektedir.
Faizlerin sıfıra, hatta negatife indirilmesi insanların mala ve hizmete olan taleplerini artırmasını sağlamadığı için üretimi uyarma noktasında etkisiz kalmakta, ekonomik aktivitenin eski durumuna dönmesine yetmemektedir.
Bu nedenle önce sağlık krizinin bitirilmesi gerekmektedir. Ekonomideki tahribatın giderilmesi ancak sağlık krizinin sona erdirilmesiyle mümkün olabilecektir.
PEKİ KRİZE KARŞI NELER YAPILDI?
Krize karşı sağlık yönünden mücadele edilirken, ekonomik yönden de bir takım tedbirler alındı.
Türkiye dâhil, bütün Merkez Bankaları acil faiz indirimine gitti.
Yaşanan korona krizinin 2020 yılında küresel düzeyde ve ülkeler düzeyinde ekonomilerde resesyon (daralma) girme ihtimalini artıracağı ileri sürülmektedir. OECD’ye göre 2020 yılında ABD ekonomisinde 0,5, Avrupa Birliği ekonomisinde 2’ler seviyesinde daralma yaşanabilecektir.
Türk ekonomisi de 2020 yılının ilk 2 ayında olumlu gelişme göstermiş, ancak Mart ayında koronavirüsün ülkemize sıçramasıyla diğer ülkelerdeki gibi benzer kısıtlayıcı tedbirler almak zorunda kalınmış, ekonomik hayat felç olmuştur.
İnsanların sokağa çıkmaları ile ilgili kısıtlayıcı tedbirlerin dozu her geçen gün tedrici biçimde artırılmaktadır. Eğer alınan tedbirler salgının hızını azaltmada yeterli olmaz ise, diğer bazı ülkelerde olduğu gibi, olağanüstü hâl ilan edilerek tüm vatandaşların sokağa çıkmasının yasaklanmasına kadar gidilebilecektir.
Türkiye’de de bu krizde özellikle en çok etkilenen ve etkileneceği düşünülen sektörlerin başında turizm ve hava taşımacılığı sektörleri olacağı düşünülmektedir.
Aslında Türkiye bu krize ekonomik olarak oldukça kırılgan bir durumda yakalanmıştır. Bir taraftan İdlib konusu gibi jeopolitik riskleri yaşarken, diğer taraftan yabancıların ülkeden yılbaşından beri sermaye çıkardığı görülmüştür. 2020 yılı Ocak ayından beri ülkemizden 4-5 milyar dolar civarında sıcak para çıkışı yaşanmaktayken, bu gelişmelerin üzerine koronavirüs olayının da eklenlenmesi ülkeden sermaye çıkışının artmasına neden olmuştur. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) verilerine göre, 21 Ocak 2020 tarihinden başlayarak salgının etkili olduğu 60 günde, gelişmekte olan ülke hisse senedi ve tahvil piyasalarından yabancı çıkışı 83 milyar doları bulmuştur.
Koronavirüsünün de etkisiyle 2020 başında başında 5,85 TL olan dolar kuru 23 Mart tarihinde 6,60 TL’ye kadar yükselmiştir. Bu gün ise ABD Merkez Bankasının piyasalara sınırsız para vereceği vaadiyle döviz kurları sakinlemiştir.
Gelişmekte olan ülkelerden çıkan para güvenli liman olarak kabul edilen ABD’ye gitmektedir.
Koronavirüs salgını nedeniyle ülkelerdeki borsalar ve emtia fiyatları günlerce süren düşüşler yaşamış, hisse fiyatları yerlerde sürünür seviyelere inmiştir.
Geleceği göremeyen yatırımcılar hızla ellerindeki hazine bonosu, hisse senedi gibi menkul değerleri ve gayrimenkulleri satarak nakde dönme çabasına girişmişlerdir. Bu ise dolara olan talebi artırmış, dünyada dolar kıtlığına yol açmıştır.
Bu durum bize CASH IS KING-NAKİT KRALDIR sürecinin yaşandığını göstermektedir.
Dünyada Merkez Bankaları sıfıra yakın faiz indirimlerinin etkili olmadığını görünce hiç olmazsa ekonominin çarklarının dönmesi, firma iflaslarının önüne geçilebilmesi, işsizliğin artmaması için arka arkaya piyasaya Destek Paketleri açıklamaya başlamışlardır.
ABD önce 1,2 trilyon dolar ile piyasaya destekte bulunacağını duyurmuştur.
23 Mart tarihinde ise ABD Merkez Bankası ucu açık olmak üzere (sınırsız) 2008 Küresel Krizinden beri Dördüncü Parasal Genişleme programına başlayacağını açıklamıştır. İlk üçü 2008 Küresel Krizinde uygulanmıştı. FED para yaratarak piyasayı paraya boğmuştu. Para miktarı 2008 krizi öncesinde 900 milyar dolar iken, kriz döneminde bol miktarda para basarak piyasadaki para miktarını 4,5 trilyon dolara çıkarmıştı. Şimdi ise piyasanın ihtiyacı ne kadar olursa o kadar para basacağı taahhüdünde bulunmaktaydı.
Böylece piyasaların ihtiyacı ne kadar olursa olsun Merkez Bankasının para yaratma mekanizmalarını kullanarak o kadar parayı basarak hükümete, firmaların kasalarına, bankalara vereceğini taahhüt etmiştir.
ABD’nin sınırsız bir parasal genişlemeye gideceğini açıklaması 24 Mart tarihi itibarıyla dünya piyasalarında olumlu algılanmış, borsalarda 7-8’e varan yükselişler görülmüştür.
Ancak FED’in dolar basması sorunları temelden çözecek bir uygulama değildir. Sorunun özü çözülmeden durmaya devam etmektedir.
ABD hükümeti ayrıca 2 trilyon dolar tutarında bir teşvik paketi hazırlayarak koronavirüsle mücadele maksadıyla oylanmak üzere Senatoya getirmiştir. Muhtemelen birkaç gün içerisinde üzerinde uzlaşma sağlanarak Senatodan geçeceği, uygulamaya sokulacağı tahmin edilmektedir.
ABD dışında birçok ülke piyasaları desteklemek üzere Teşvik Paketlerini devreye alacağını açıklamıştır. Almanya dün itibarıyla 750 milyar euro tutarında bir paketi devreye sokacağını bildirmiştir.
Ülkelerin Merkez Bankalarının piyasayı desteklemek için açıkladıkları teşvik paketlerinin dışında Avrupa Merkez Bankası da FED’in yaptığı parasal genişleme gibi bir para basma operasyonu üzerinde çalışmakta olduğunu duyurmuştur.
Türkiye hükümeti de geçen hafta 100 milyar TL tutarında bir paketle ekonomiyi destekleyeceğini açıklamıştır.
Ülkelerin birçoğu kendi ekonomik büyüklükleriyle orantılı destek paketleri açıklamışlardır. Genellikle bu destek paketlerinin büyüklükleri kendi milli gelirlerinin 10’u civarındadır. Türkiye’nin ki ise milli gelirinin 1’inden daha azdır. Bu nedenle hükümetin piyasaya vereceği desteğin artırılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.
BURAYA KADAR ÖZET;
Koronavirüs salgını bir sağlık krizidir.
Sağlık krizi bütün dünyada ekonomik krize neden olmuştur.
Sağlık krizini sona erdirmeden ekonomik krizi bitirmek mümkün değildir. Ancak durdurmak, hasarı azaltmak mümkün olabilir.
Sağlık krizinin ne zaman biteceği öngörülememektedir. Virüsün en kısa zamanda mutasyona uğrayarak insandan insana bulaşma özelliğini yitirmesi en büyük ümittir. Ancak buna etki edebilme imkânı yoktur.
Diğer bir senaryoya göre tedavi edici ilaç bulunsa bile, aşı bulunmadığı sürece ekonomik aktiviteler normale dönmeyecektir.
En kötü senaryoya göre; aşının bulunması gecikecek, dünya nüfusunun büyük bir kısmı hastalığa yakalanacak, iyileşen hastaların bağışıklık kazanmasıyla salgın bulaşıcı özelliğini yitirecek ve ekonomik aktiviteler normale dönecektir.
EKONOMİK OLARAK YAPILANLAR VE YAPILMASI GEREKENLER;
Merkez Bankaları acil faiz indirimine gitmişlerdir. Ancak bu yeterli bir çözüm değildir. Sağlık krizi bitene kadar firmaların ayakta durabilmeleri, ekonominin çarklarının dönebilmesi için devletin firmalara mali yönden destek sağlaması gerekmektedir (Para politikası ile uyumlu Maliye Politikası uygulanması lazımdır).
Devletlerin maliye politikaları uygulayabilmeleri için kaynağa ihtiyaçları vardır. Bu kaynağı yaratacak olan Merkez Bankalarıdır. Merkez Bankaları enflasyon tehdidini bir kenara bırakarak para basmak suretiyle devlete kaynak yaratmalıdır. Devletin de maliye politikası ile bu kaynağı banka ve firmalara aktarması gerekmektedir.
Bu şekilde firmaların iflaslarının önlenmesi, işsizliğin artmasının önüne geçilmesi mümkün olabilir.
Paraları rezerv para olan, konvertibilite özelliği bulunan (dünyada herkes tarafından alışverişlerde kabul edilen, rezerv biriktirme aracı olarak kullanılabilen paralar) gelişmiş ülkelerin bu dönemde para basarak ekonomilerini desteklemeleri çok zor değildir (ABD, Avrupa Birliği, İngiltere, Japonya vs.).
Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan, paralarının konvertibilite ve rezerv para özelliği bulunmayan, dış borçları yüksek olan ülkelerin para basarak ekonomilerini desteklemeleri diğer gelişmiş ülkeler kadar kolay olmayacaktır.
Türkiye’de Merkez Bankasının yüklü miktarda TL yaratarak sisteme sokması durumunda bu paranın önemli bir kısmının dövize yönelmesi sonucu TL’nin döviz karşısında değerinde çok büyük düşüşler olması kaçınılmazdır. Bu durum ise Türkiye’nin dış borçlarının TL karşılığının çok büyük oranda artmasına yol açarak Türk ekonomisini çok sıkıntılı durumlara sokabilecektir.
Ayrıca TL’nin yabancı paralar karşısında yüksek oranda değer yitirmesi sonraki süreçte enflasyonun kontrolsüz yükselmesi şeklinde, ekonominin dengelerinin tamamen kaybolması şeklinde etki yapabilecektir.
Bu nedenle Türkiye gibi tasarrufları yetersiz, cari açık veren, dış borcu yüksek (kamunun dış borcu az olmakla birlikte özel sektörün dış borçları oldukça yüksektir) ülkelerin para basarak reel sektörü desteklemesi yerine, dış kaynaklardan döviz kredisi alınması daha mantıklı bir çözümdür.
Ancak bu koşullar altında (Türkiye’nin CDS-Kredi Risk Primi tarihinin en yüksek seviyesi olan 580 baz puanlar seviyesinde bulunmaktadır. Dolar cinsinden eurobond tahvillerinin faiz oranı 8,5’lar seviyesindedir). Bu faiz oranından kredi alınsa bile maliyet çok yüksek olacaktır.
Kredi almak için geriye bir tek kaynak kalmaktadır. Bu Kaynak ta IMF’dir. Türkiye’nin IMF gibi uluslar arası bir kuruluştan kredi alarak bu desteği sağlamasının daha az sıkıntı yaratabileceği düşünülmektedir (daha büyük kredi hacmi-daha düşük faiz oranı). IMF Başkanı Georgieva, IMF’nin koronavirüsten zarar gören ülkelere bir trilyon dolara yakın bir fonlama yapabilecek kapasitesinin bulunduğunu bildirmiştir.
Türkiye’nin bu fondan faydalanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin en önemli ekonomik sorunu 13’leri aşan yüksek işsizlik oranıdır. Bu kriz döneminde devletin işsizlik artışını engellemesi gerekmektedir. Bu nedenle de devletin reel sektöre, firmaların ayakta kalabilmelerini sağlayacak mali destekte bulunmasının çok önemli olduğu düşünülmektedir. Aksi takdirde işsizliğin 2020 yılında 20’yi aşması yüksek bir olasılıktır. Koronavirüs krizi olmasaydı bile 13’lük işsizlik oranını azaltmak bile Türkiye için uzun yılları alacaktı. 20 gibi bir işsizliği azaltmak ise bu sürenin en az iki katına çıkması demektir. Bu nedenle işsizlik probleminin büyümemesi için devletin reel sektöre yardım yapması bir zorunluluktur.
Bu süreçte petrol fiyatlarındaki düşüşün cari açığı azaltması bakımından Türkiye’nin lehine olduğu söylenebilir. Evet doğrudur. Ancak virüs salgını nedeniyle turizm gelirinde ortaya çıkacak azalma bu faydayı ortadan kaldıracaktır.