Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı atama kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı. Buna göre, Naci Ağbal, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 35'inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2'inci maddesi kapsamınd
2020 yılı Kasım ayında Merkez Bankası Başkanlığı görevine atanan Naci Ağbal, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevden alındı. Ağbal’ın yerine Prof.Dr. Şahap Kavcıoğlu atandı.
NACİ AĞBAL’IN GÖREV SÜRESİ 133 GÜN SÜRDÜ
Naci Ağbal, 8 Kasım 2020’de Murat Uysal’ın yerine göreve getirilmişti. Ağbal göreve gelmesinin ardından geçtiğimiz yıl kasım ve aralık aylarında 675 baz puan faiz arttırımı gerçekleştirmişti. Yeni yılda ocak ve şubat aylarında faiz arttırımına gitmeyen Ağbal yönetimindeki Merkez Bankası geçtiğimiz perşembe günü 200 baz puanlık bir faiz arttırımı kararı daha almıştı. Ağbal görev süresi 133 gün sürdü. Toplam artış tutarı 133 günde 8.75 puan oldu.
Ağbal, görevden alındıktan sonra Twitter’dan bir açıklama yayımladı ve şu ifadeleri kullandı:
“Sayın Cumhurbaşkanımıza Merkez Bankası Başkanlığı dahil bugüne kadar uygun görerek atadığı tüm görevlerden dolayı teşekkür ederim. Bugün itibariyle görevden alınmam nedeniyle de şükranlarımı arz ediyorum. Rabbim hepimizin hakkında hayırlısını nasip eylesin.”
FAİZ ARTIŞI YAPAN AĞBAL DİKKATLERİ ÜZERİNE ÇEKMİŞTİ
Son olarak Merkez Bankası, beklenmedik şekilde önden yüklemeli 2 puanlık faiz artışına gitmiş sonrasında dolar 7.21 TL’ye kadar gevşemişti. Perşembe günü Para Politikası Kurulu toplantısında faiz yüzde 19’a çıkarılmıştı. Bu faiz düzeyi G20 ülkeleri içinde yüksek faizde Türkiye’yi ikinci sıraya çıkarmıştı. Kimi çevrelerce son faiz artışı eleştirilirken dönemi içinde 8.75 puan faiz artışı yapan Ağbal dikkatleri üzerine çekmişti.
7 Kasım 2020 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan cumhurbaşkanı kararı ile Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal görevden alınmış, yerine Naci Ağbal atanmıştı. Bu tarihten sonra enflasyondaki yükselişi dizginlemek için Merkez Bankası yaklaşık faizini yüzde 10.75’ten yüzde 19’a kadar yükseltmişti.
HALEF VE SELEF AYNI MEMLEKETTEN
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile görevden alınan Naci Ağbal ile göreve atanan Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun Bayburtlu doğumlu olması dikkat çekti. Naci Ağbal, 1968 yılında Bayburt’un Yoncalı köyünde dünyaya gelirken Şahap Kavcıoğlu, 23 Mayıs 1967’de Bayburt’ta doğdu.
MERKEZ BANKASI’NIN YENİ BAŞKANI PROF. ŞAHAP KAVCIOĞLU
23 Mayıs 1967’de Bayburt’ta doğan Merkez Bankası Başkanı Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu. İstanbul Üniversitesi Muhasebe Entitüsünü Denetim Uzmanı olarak bitiren Kavcıoğlu, İngiltere Hastings College’ta işletmecilik üzerine eğitim gördü. Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsünde yüksek lisansını ve doktorasını tamamladı.
26. DÖNEM MİLLETVEKİLLİĞİ YAPMIŞTI
2019’da VakıfBank Yönetim Kurulu Başkan Vekili görevinde bulunan Prof. Şahap Kavcıoğlu, Esbank T.A.Ş.’de Müfettiş Yardımcısı, Müfettiş, Şube Müdürü, Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Kavcıoğlu, Bayburt Eğitim Kültür ve Hizmet Vakfı Başkanlığı, Bayburt Üniversitesi Kalkındırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi, Galatasaray Spor Kulübü Kongre Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Mezunlar Derneği Kurucu Üyesidir.
Ticari Bankalarda Sorunlu Kredilerin Yönetimi Çözüm Yolları ve Takibi’ ve ‘Enerji Sektöründe Yatırım Projelerinin Değerlendirilmesi’ adlı yayımlanmış 2 kitabı ve çok sayıda yazısı bulunmaktadır. 26. Dönem AK Parti Bayburt Milletvekili seçilmişti.
Kavcıoğlu, evli ve üç çocuk babası.
YENİ BAŞKANIN ENFASYON, FAİZ VE DÖVİZ KURU DEĞERLENDİRMESİ
Yeni Şafak gazetesinde ekonomi yazıları kaleme alan Merkez Bankası’nın yeni başkanı Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun 9 Şubat 2021 tarihli yazısı “Enflasyon, faiz ve döviz kuru” başlığı taşıyor.
Kavcıoğlu, makalesinde şunları yazmıştı:
Türkiye yıllardır enflasyon, faiz ve kurun birbirine olan etkisi yüzünden bir türlü ekonomide istediği sonuçları alamadı. Özellikle doksanlı yıllarda üçünün de yüksek seyretmesi ülkemizde arka arkaya krizlerin gelmesine neden olmuştu. 2002 yılından sonra ise hem 2001 kriziyle başlayan uygulamalarla hem de 2003 yılından sonra oluşan siyasi istikrarla üçünün de düşüşe geçtiği bir dönemi yaşadık. Ancak, bu süreç içerisinde bugün de hep konuştuğumuz düşük kurun yani TL’nin gereğinden fazla değerlenmesinin topuzunu kaçırdık.
Süreç içerisinde yapısal reformların sadece bir kısmını gerçekleştirmiş olmamız nedeniyle, büyüyen ve güçlenen Türkiye ekonomisinde de kırılganlıklar oluştu. Özellikle ödemeler dengesindeki problemler ve cari açığın kapanması için yapılması gerekenler eksik yapılınca, Türkiye ekonomisindeki döviz kuru, enflasyon ve faiz hastalığı tekrar nüksetti.
TCMB’nin enflasyonda bir gevşeme görülünceye kadar faizleri düşürmeyeceğini hatta artırabileceğini açıklaması, hisse ve swap girişlerinde yeni bir artış dalgası başlattı. Yani sıcak para ve portföy yatırımların da artış gerçekleşti. Bu da gösteriyor ki bunların derdi alabilecekleri en yüksek faizi alabilmek.
Diğer taraftan atılan adımlarla kurun bir miktar dizginlendiğini görüyoruz. Fakat kurda elde edilen bu kazanımların, ne kadarı faiz artırımı kaynaklıdır? Parasal genişleme etkisiyle başlayan süreçte maliye politikasından ziyade faizin tercih edilmesinin bedeli ne? Nereye kadar kullanılmalıydı? İşte yine şok halinde atılacak faiz adımının fazlasının bizi nereye götüreceğini iyi tahlil etmek lazım.
Artık tüm kesimlerinin alışılagelmiş politikalardan vazgeçerek, daha yapısal çözümler üzerinde uzlaşması gerekiyor. Dünyada negatif faiz söz konusu iken bu ülkenin önemli ekonomi yazarlarının, bankacılarının, iş kuruluşu temsilcilerinin yüksek faizde istikrar aramaları gerçekten üzücü bir durum.
Öne sürdükleri tezlere bakıyorsunuz hep aynı şeyler. Örneğin; Türkiye’nin hukuk ve adalette sorunu bulunduğu, itibar ve güven sorunu olduğu, şeffaflık sorunu olduğu, insan hakları, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi sorunlarının bulunduğu. Bunun yanında uluslararası ilişkilerimizin sıkıntılı olduğunu, bütün komşularımızla, AB ve ABD ile aramızda sorunlar yaşadığımızı hatta Rusya ile özellikle Suriye ve Libya’dan dolayı sıkıntılarımızın bulunduğunu belirttiler.
Ayrıca, bütçe açığı, dış borçların yüksekliği, enflasyon, cari açık, döviz ve altın rezervlerinin yetersizliği gibi sorunların varlığından bahsettiler.
Bu sorunların giderilmeden ülkemize sıcak para veya doğrudan yatırım olarak para gelmesinin zor olacağını yazıp çizdiler. Hatta bu sorunlar çözülmeden faiz artırılsa da kurun düşmeyeceğini iddia ettiler.
Öncelikle, yukarıdaki sorunlar bugünkü dünyada çoğu ülkenin yaşadığı ve içinde bulundukları sorunlardır. Ama bu ülkelerde yüksek faiz yok hatta negatif faiz var. Ayrıca bu ülkelere sermaye akışında da sorun yok.
Dolayısıyla, Merkez Bankası’nın yüksek faiz politikasında ısrar etmemesi gerekir. Dünyada faizler sıfıra yakınken bizde faiz artışına gitmek ekonomik sorunları çözmeyecektir. Aksine, ilerleyen dönemlerde sorunları daha da derinleştirecektir. Çünkü, faiz artışları dolaylı olarak enflasyonun artmasına yol açacaktır.
Dünyada likiditenin bol olduğu dönemlerde Türkiye yıllarca yüksek faiz düşük kur politikası uyguladı. Sıcak para yatırıma değil yüksek faize geldi. Sıcak para ülkeden çıkarken de düşük kurdan TL’den dövize dönüp ülkeden çıktılar. Yüksek faiz düşük kur politikasından kaybeden hep ülkemiz oldu.
Türkiye tasarruf eksiği olan bir ülke konumunda ve ülkemizde milli geliri artırmak için yapacağınız yatırımlar için sermaye en önemli girdi. Üreticinin yüksek faizle aldığı para üretim maliyetlerini artıracaktır. Dolayısıyla faiz artışını değil üretimi artıracak, girdi maliyetlerini düşürecek kararları teşvik etmek gerekir.
Yoksa maliyet enflasyonu ile başlayan süreç talep enflasyonuna o kanaldan da tekrar faizlere yansıyacak. Bu arada enflasyonun kuru tetiklemesi, artan kurun da tekrar enflasyonu tetiklemesi şu anki kazanımları tersine çevirebilecektir. Ayrıca, bir yerden sonra faizlerin de ne kadar artırılırsa artırılsın sonuçsuz kalmasını sağlayacak.(habertürk)