Açık sözlü olmam belki de en büyük zaaflarımdan biridir. Kudüs ile ilgili duygularımı ve izlenimlerimi tüm açık yüreklilikle paylaşmayı ise bir sorumluluk kabul ediyorum. Çünkü bazı şehirler vardır; anlatılmazsa eksik kalır, susulursa vebal olur.
Çok gezenin çok okuyandan çok daha fazla bildiğini öğrendiğim günden bu yana, bireysel olarak Grozni’den Mahaçkale’ye, Bern’den Venedik’e, Dubrovnik’ten Krakow’a, Prag’dan Viyana’ya, Tahran’dan Bağdat’a, Mekke-Medine’den Kerbela’ya kadar onlarca ülkeyi ve şehri ziyaret ettim ve ziyaret etmeye de devam edeceğim inşallah. Her gittiğim ülkede insanların ahlakını, toplumun sosyal yapısını, dini inançlarını, ülkenin ekonomisini, şehrin tarihi izlerini ve dinin toplum üzerindeki etkisini inceliyorum. İtiraf etmeliyim ki hiçbir şehir beni Kudüs kadar etkilemedi. Bu şehrin bin yıllardır neden dünyanın kalbi olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Şehrin sokaklarında yürürken sanki bu şehirde doğmuş ve büyümüşüm gibi bir duyguyla yürüdüm. Hiç yabancılık çekmedim. Dokunduğum her bir duvarın, yürüdüğüm her bir sokağın yüzlerce savaş, katliam, işgal ve kuşatma gördüğünün bilinciyle dokundum ve yürüdüm. Kudüs’te taşlar konuşur, duvarlar şahitlik eder, sessizlik bile tarihle doludur.
Bir mukaddes belde düşünün ki, bu mukaddes beldenin içinde Mescid-i Aksa gibi dünyanın merkezi sayılabilecek ve her üç din için de çok önemli çok daha mukaddes bir mekan var. Dört tarafı işgal askerleriyle sarılı olmasına rağmen bu kutsal mekan hala Müslümanların elinde. O mekanda huzurla yürümenin, huzurla semaya bakmanın ve huzurla secdeye varmanın tarifi olmadığını belirtmem gerekir. Orada insan, sadece bedenini değil; kalbini, zihnini ve tarihini de secdeye indiriyor.
Ne yazıktır ki Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın önemi hala bilinmiyor ve Müslümanlarca da tam kavranmış değil. Eğer önemi kavranmış olsaydı, bugün umreye gidenlerin sadece onda biri kadar Müslüman Kudüs’ü ziyaret etmiş olurdu ve işgal devletinin askerleri postlarıyla Aksa’ya girmeye cesaret bile edemezdi. Çünkü Kudüs sadece dualarla değil, bilinçle, varlıkla ve sahiplenmeyle korunur.
Kudüs’te Hz.Muhammed’in, Hz. Süleyman’ın, Hz. İsa’nın, Hz. Meryem’in, Hz. Zekeriya’nın izleri bir yana; Hz. Ömer’in, Selahaddin Eyyubi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Artuk Bey’in, Atsız Bey’in, Tutuş Bey’in ve daha nice Müslüman ve Türk komutanın izlerini görmek ise gerçektan apayrı bir duygu.
Kudüs’ten döndüğünüzde üzerinizde bir iz kalır. Bu iz, ne fotoğraflarla ne de kelimelerle tamamen anlatılabilir. Ama şunu net olarak söyleyebilirim; Kudüs’ü gören bir insan artık eskisi gibi bakamaz dünyaya. Saygılarımla.