Sayın vekil;
Ben 57 yaşındayken kamudan emekli olmuş bir hekimim. 31 yıl çalıştıktan sonra ama mesleğimin en verimli olabilecek zamanında emekli oldum.
Artık o beyaz önlüğü giymiyorum. Özelde çalışmak için emekli olmadım. Tümden bu işi bıraktım. 31 yıl önce telefon açan hasta yakınına, hastayı aylar önce görmüş olsam bile boyu şuydu kilosu şuydu diyen ben, çocuğu tartıp masaya gidinceye kadar kilosunu unutmaya başlayınca bu işi bırakmak lazım dedim. Kendimi toparlamam neredeyse altı ayımı aldı.
Artık hekimlik insanı hem fizik hem mental olarak zorlayan ağır bir iş. İnsanı çok yıpratıyor.
Hayatımın son on yılı bir poliklinik odasında geçti; gün doğmadan girdiğim ve gün battıktan sonra çıktığım bir hücre gibi. İçeriye hastalar girer, hastalar çıkar. Kimi kapıyı tekmeler, kimi içeride bu kadar zaman ne yapıyorsunuz diye bağırır. Sözlü şiddet ve tacizi saymıyorum bile. Bizde sekiz dakikada bir hasta randevusu veriliyordu. Bir bebeğin içeri alınıp soyulması bile bu süreden uzun zaman alır.
Bir hekimin bir günde bakacağı hasta sayısı bu denli yüksek olmamalı.
Bu kadar çok hasta bakmanın hekime de hastaya da bir faydası yok. Hastalar bir doktordan çıkıp diğerine gidiyor zira o mahşeri kalabalıkta doktorla yüz yüze gelme şansı fazla olmadığı için tatmin olmuyor. Doktorun hasta muayenesi ile oluşan performans puanı yol parasına yetmiyor.
Diğer yandan yapacağınız bir hata ocağınıza incir ağacı dikebilir. Malpraktis: Mesleki yanlış uygulama manasına gelmesine rağmen hekim hataları ile özdeşleşmiş kelime. Bu karmaşada hata yapmamak zorundasınız. Ama 4.3 milyon lira tazminata mahkum edilen meslektaşım var. Değil böyle bir tazminatı ödemek tüm meslek hayatımda ben 4 milyon lira kazanmadım. Hasta baktığım şartları belirlemiyorum, hekimin hata yapmasını engelleyecek hiçbir enstrümana sahip değilim ama hata yaptığımda tazminatı ben ödüyorum. Sanki kurumun bu hatalarda hiç rolü yok. Bu baştan haksızlık. Öte yandan bu rakamlar ödenemez. Şimdi diyeceksiniz ki sigorta yok mu? Tek bir not söylemek istiyorum bu konuyla ilgili hekim sorumluluğu yaklaşık yirmi yıl devam ediyor ama sigorta beş yıl sonra sizi tanımıyor bile. Ayrıca diğer devlet memurlarının malpraktis sonucu oluşan zararlarını devlet yüklenirken doktora gelince iş tamamen değişiyor. Yani hem bu konuyla ilgili yasa yok hem de diğer memurlardan farklı muamele görüyoruz. Ücret alırken diğer memurlar gibisiniz deniyor ama mahkemeye akseden bir hadise olursa doktor sizsiniz deniyor ve tamamen yalnız bırakılıyoruz.
Hastanelerin çevresinde doktordan zarar mı gördünüz, gelin dava açalım diyen simsarlar dolaşıyor. Gelecek yıllarda bu tür davaların katlanarak artacağına eminim.
Şu an meslektaşlarım diğer tüm sağlık çalışanlarından çok farklı ücret almıyorlar. Yani bir hemşireden daha iyi bir maaşımız yok. Ama mesleğin tüm riskleri malpraktiste olduğu gibi bizim omuzlarımızda. Hemşire zorunlu mesleki sorumluluk sigortası yaptırmıyor böyle bir mesleki riski yok. Ama biz devlet memuru olsak ta bu sigortayı yaptırıyoruz. Aksi halde çalışamıyoruz. Geçen yıla kadar yarısını devlet yarısını biz ödüyorduk. Duyduğum kadarıyla bu yıl hepsini biz hekimler ödeyecekmişiz. Asgari ücret ile kafa kafaya ücret almak için 30 sene dirsek çürütmek insanın içini acıtıyor. Bordroyu göstersek bile, asgari ücrete yakın bir ücret aldığımıza, kimse inanmıyor. Ben, babamı bile inandıramadım. Niye bilmiyorum.
Yirmi yıl hiç çocuklarımla hafta sonu kahvaltısı yapmadım. Çünkü tüm hafta sonu sabahlarım serviste yatan hastalar için kullanılırdı. Hastaneye gidersiniz ve işiniz en erken öğlen biter. Ama bunun herhangi bir ücreti yoktur.
İcap diye bir olay vardır. mesaide değilsiniz ama hastaneye çağırılırsınız gitmeniz gerekir. Yakın zamana kadar bunun bir karşılığı yoktu şimdi cüzi bir ücreti var. Ama sabaha kadar da kalsanız, ertesi gün mesai sizi bekler. İcabın, nöbet ertesi yoktur çünkü.
Bir doktor, aniden hasta olsa mesaisine gelemese, çalışma arkadaşlarının ve başhekimin en büyük sorunu iş arkadaşlarının hastalığı veya ölmesi değil, boşta kalan poliklinği kimin yapacağı meselesidir. Böylesine insanlık dışı bir sistem olamaz.
Emekli maaşları da iyi değil. Ama hayatı rölantiye alınca, yol parasını, işte yaptığın günlük yaşama ilişkin masrafları çıkarınca, sigorta gibi masrafların olmayınca, bir malpraktis davası ile karşılaşıp donuna kadar haczedilme riski olmayınca aldığın para ile yaşıyorsun. Ama emekli bir doktorun açlık sınırının üzerinde maaş alması gerekir. 65-72 yaş doktor atama kurası var ülkemizde. Yetmeyince emekli maaşı hekim hastaneye dönüyor o yaşlı haliyle. Hekimlerin ortalama yaşam süresi 66. (Türk halkının ortalama yaşam süresi ise 85. Biz doktor olmayan kesimden 19 yıl daha kısa yaşıyoruz. Bilin istedim). EYT diye bir grup var ülkemizde, 20 yaşında memur olduysa 25 senede yani 45 yaşında emekli olalım diyen; ama biz doktorlar 65 yaşında kuraya giriyoruz, yeniden çalışmaya başlıyoruz.
Söylenecek o kadar çok şey var ki ama kafanızı şişirmek istemiyorum. Nöbetler, Eğitim, Mecburi hizmet, Psikolojik destek...
Şu an mesleğini icra edebilen hekim arkadaşlarımı, tebrik ediyorum.
Sayın vekillerim biz hekimler iyi durumda değiliz. Maddi ve manevi olarak dibe vurduk. Genç hekimler ise şu an yurt dışına gitmeye çalışıyorlar. Bir sonraki dönemde onlar başka ülkelere gidecek ve gelecekte zeki insanlar tıbbı tercih etmeyecek. Ne fark eder, hemşire bile reçete yazabilir diyorsanız, siz bilirsiniz. Ama uzun yıllar pediatri asistanı eğitimine katkım oldu. Pediatri, yıllar içinde Tıpta Uzmanlık Sınavında yüksek puan alanların tercih etmediği riskli bir branş haline geldi. Hatta, açılan asistan kadroları boş kaldı. Böylece, tamamı zeki olan hekim ailesinde dahiler ile ortalamadan daha zeki olanları karşılaştırma fırsatım oldu. İnanın farkı bilmek istemezsiniz. Gerçekten, zeki insanlar bir ülkenin varken farketmediği ama elinden kayıp gidince asla telafi edemediği zenginliğidir. Hekimleri kaybetmeyin.
Saygılarımla.
Dr. İbrahim Hakkı Aktan
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
*Alıntıdır izin alınmıştır.