Tarih: 05.07.2022 11:26

DÜNYA, KENDİMİZİ KEŞFETME VE GERÇEKLEŞTİRME FIRSATI SUNAN BİR ARMAĞAN

Facebook Twitter Linked-in

Sanatın ve sanatçının ilham aldığı tüm denge insanoğluna bir nimetken maalesef yine insanoğlunun eliyle de tahrip ediliyor. Böylesine garip bir paradoksla ilerleyen süreçte tabii ki çok daha hassas, daha duyarlı ve doğanın insana fısıldadıklarını sanata dönüştüren özel insanlarımız da var.

 

Zeynep Elbeyli de bunlardan biri. Kendisini “Doğduğu topraklar, doyduğu topraklar, görmediği uzaklar hepsi benim, ben Anadolu’yum, diyen bir tasarımcı” olarak tanımlayan, herkesin ‘çöp’ algısıyla baktığı birçok metadan ortaya farklı ürünler çıkaran Elbeyli, ‘Sıra Dışı’ sayfaların bu sayıdaki konuğu oldu...

 

 

Bizlere biraz Zeynep Elbeyli’den ve Zeynep Elbeyli’nin dünyaya bakış açısından bahsedebilir misiniz? Sizi nasıl tanımlamalıyız?

Kanımca sorgulayan bir insanın yaşamda ya- nıtını aradığı en temel ve zor sorudur; “Ben kimim, neden buradayım?” Tanımlama, kelimeler ile ancak kimliklerimiz üzerinden olabilir. Buda benim için; rehabilitasyon sevdalısı bir terapist, birlik içinde dirliğe sevdalanmış bir cumhuriyet kadını, Anadolu sevdalısı bir tasarımcı, yaratılmışlığın muhteşemliği- ni iliklerinde hisseden bir aşık... Ve, zıtlığın birliği idrakiyle tüm yargılarından özgürleşmeye niyet etmiş bir can” şeklinde özetlenebilir sanırım. Ruhları- mızın bedenlendiği bu dünya, kendimizi keşfetme ve gerçekleştirme fırsatı sunan bir armağan. Özümüzle buluşabilme deneyimi sunan bir rüya bana göre...

 

Yaşamdaki döngülerden yola çıkarak sanatınızı bir ‘dönüşüm’ üzerine kurguladınız ve SANATIK eserleriniz ile tabiri caizse ‘çöpten sanat ortaya çıkardınız.’ Bizlere bu içsel yolculuğunuzdan ve bunun sanatınıza yansıma sürecini anlatabilir misiniz?

Şimdilerin upcycle (ileri dönüşüm) kavramı çocukluğumda hayatımızın parçasıydı. Köy Enstitü mezunu babam (kendisini covid 19 ile kaybettik, rah- metle anıyorum), tasarım ve çözüm becerisiyle ilk modelim oldu. Öte yandan 3 boyutlu imajinasyon ile tasarımın nihai halini görmemi, normal bir şey sanıyordum. Gençlik yılla- rımda marjinal bulunan kostüm fikirlerimi çok sonra moda podyumlarında; fonksiyonel basit tasarımlarla hayatımı kolaylaştıran çözümlerimi IKEA stantlarında -endüstriyel ürün olarak - görmek ise gülümseten bir burukluk vermiştir. Her şeyi gözlemleyen sorgulayıcı bakış açım tasarımlarıma yansıyordu elbet. Bunun yanı sıra tanıştığım kanser ile de hayata ve kendime dair sorgulamalarım derinleşti. Bu zo- runlu mola döneminde, çevre ve sistemin algoritmalarımızı sinsice nasıl etkilediğini derinden ayrımsadım. Rehabilitas- yon sevdamı bilimden sanata kaydırma kararım bu sancılı süreçte oldu. Her şeyin birbiriyle olan örtülü bağını derinden ayrımsadıkça; kendime, ülkeme, hayata, insana, dünyaya dokunacak ve hepsini aynı paydada buluşturacak bir çözüm arayışına girdim. ‘SANATIK TASARIMLAR ile Geleceğe Dokunmak’ şeklinde özetlenebilecek fikrim, sancımı biti- ren bir doğum gibiydi. Atık malzemenin ileri dönüşümü ile başlayan yolculuğu, birbirine evirilerek eklemlenen anlam katmanlarını olgunlaştırarak TRA/SH/INE olarak son bulacaktı. Nihai amacım ise tasarım gelirleriyle sigara içmeyen kız öğrenciler için burs kaynağı sağlamaktı. Doğa döngülerden oluşuyordu ve her şey gibi ben de onun bir parçasıydım; yeniden başlamalıydım...

 

Eserlerinizde 3 farklı temayı ele alıyorsunuz ve ortaya çıkan her parçaya da farklı bir hikâye atfediyorsunuz. Bizlere kısaca temalarınızın içeriğini ve bizlere anlattığı mesajları anlatabilir misiniz?

Tabii ki... Temalar: 1-Geri Dönüşüm (Doğa) 2-Rehabili- tasyon (insan) ve 3-Aydınlanma (toplum) olmak üzere 3’e ayrılıyor. Bu temalar daha yaşanası bir dünya ve daha mut- lu bir toplum için özlemlerimin bir ifadesi niteliğinde. Doğa, insan, toplum üçgeninin bendeki TRA/SH/INE karşılığı... ‘Geri dönüşüm’ teması ile aleni bir şekilde ekolojik denge- ye dikkat çekerken, Rehabilitasyon emeğin dönüştürücü gücünü vurgular. 3’üncü tema ise metaforik bir anlatımla çeşitliliğin zenginlik olduğunu hatırlatarak, toplumda birbi- rimizi ötekileştirmeden bir üst kimlik oluşturabilmenin öz- lemidir. Son dönemde tırmanan sosyal kutuplaşmadan çok rahatsızım. Farklı dokulu atık materyallerin aynı hikâyede buluşması (montajı) teknik sıkıntılar yaratsa ve hatta tasarı- mı kısıtlayan bir unsur olsa da bu temadan vazgeçemedim. Toplumsal uzlaşmayı çok önemsiyorum.

 

 

Sizin TRA/SH/INE dediğiniz Upcycle tasarımlarınızı farklı kılan nedir? Bir tasarım sanatçısı olarak bu konuyu nasıl yorumluyorsunuz?

Ben “Aydınlanma, bilim ve sanatın ışığında önce zihin- lerde başlar” mottosuyla yola çıktım. Figüratif çalışmadan ziyade, her türlü a(r)tığı çoklu ve farklı bir bakış açısıyla yeniden sorgularken, hiçbirini ötekileştirmeden buluşturarak beklenmedik yolculuklara çıkarmaktayım. Eserlerin birço- ğunu -metaforik bir aydınlanma arzusu için - eklenen ışık ile aydınlatma objesi kıvamında işlevsel bir heykel olarak tasar- lıyorum. Nihayetinde tasarımlarım kültürümüzün zenginliği ile beslenen 3 boyutlu ışıklı hikâyelere dönüşüyor. Bu özellik- lerinden dolayı küresel anlamda TRA/SH/INE adını verdim.

 

Çalışmalarınızda çevre bilinci teması da önemli bir başlık. Gelişen ve değişen dünyada bu bilinci aşılamak adına sanatınızla nasıl bir mesaj veriyorsunuz? Sizce insanoğlu bu değişimden nasıl bir ders çıkarmalı?

Bence “Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır” ifadesi derin bir hayat anlayışı. Epeydir sistem tarafından tüketimi pompalayan uyaranlar ile kuşa- tıldık. Her tüketimin nihai hali bir atık. Doğanın mükemmel dengesini bozan; onu tüketirken çöp üreten tek canlıyız. Bu duruma teknolojik devrim ile başka bir boyut eklendi. Top- lum genelinde üretmeden fütursuzca tüketmek lüksünü arzular olduk. O kadar ki, mutluluğu, dışımızdaki ‘bişey ile’ ye bağlayıp kendimize yabancılaştık. Bunun nasıl bir tuzak olduğunu fark etmeden ne kişisel, ne toplumsal dönüşüm yaşayacağımıza inanmıyorum. Her arzunun nesnesini ‘mutlu olmanın’ şartı gibi sunan ve değersizlik hissi pom- palayan bu düzeni ve uyaranları fark etmemiz gerekiyor artık! Bu ruhu yansıtarak tasarladığım eserlerin, kendi hikâ- yeleriyle izleyicide ilgi uyandırırken onları yeni keşiflere davet etmesini amaçlıyorum. Bu farkındalık ile kendilerini yeniden sorgulamalarını arzuluyorum. Sergi anı defterinde özellikle çocuk ve gençlerimizin paylaşımları bana umut veriyor. Ancak tuhaftır, Covid19 sürecinde “söylenecek bir sözüm kalmamış” gibi hissettim. İnsanoğlunun acizliği ile yüzleştiği bu süreç, sanki sanatım ile ifade etmeye çalıştığım mesajların tokat formuna dönmüş hali gibiydi. Doğrusu paranın ilahlaştığı günümüzde içimize dönme, aydınlanma fırsatı verdiği için pandemi sürecini kıymetli buluyorum. Artık yeni bir dönem başlıyor...

 

 

REHABİLİTASYON SEVDASI BİLİMDEN SANATA KAYDI

“Marjinal bulunan kostüm fikirlerimi çok sonra moda defilelerinde; fonksiyonel basit tasarımlarla hayatımı kolaylaştıran çözümlerimi IKEA stantlarında -endüstriyel ürün olarak - gördükçe hissettiğim burukluğu itiraf edebilirim. Tanıştığım kanser, yaşama ve kendime dair sorgulamalarımı derinleştirirken, çevre ve sistemin algoritmalarımızı sinsice nasıl etkilediğini derinden ayrımsadım. Rehabilitasyon sevdamı bilimden sanata kaydırma kararım bu sancılı süreçte oldu.”

 

 

Pandeminin hemen öncesinde Dünya Kadınlar Rekoru hikâyeniz de var. Bize biraz Guinness düşüncenizden bahseder misiniz? Nerden çıktı, nasıl oldu bu süreç?

Atık kavramının oturmadığı yıllardı. Sergilerimi sıra dışı bulanlar bu fikri vererek yüreklendirdiler. Oysa ben sergilerim için duyduğum ve okuduğum çöpten sanat çıkardığım şeklin- deki yoruma takılmıştım: Doğada çöp diye bir şey yokken; onu üreten tek canlı bizken, kendi çöpümüzden çıkardığım sanat ile alkışlanıyordum. Üstelik doğa muhteşem sanatı ile bilime olduğu kadar sanatçıya da ilham verirken! Bu paradoks bende daha derin mesajlar taşıyan bir sergi arzusu yarattı: Bu kez altın ve gümüşle kaplanan organik çöpleri kullanarak doğanın ve yaşamın değerini “yaratılanın gizde kalmış biricikliği” me- taforu ile vurgulamayı düşündüm. Sergi, etkilenen izleyiciyi tefekküre davet eden görsel bir şölene dönüşmeliydi. Ne var ki sonu kestirilemeyen yöntem, meşakkat ve maliyetiyle çılgınca görünüyordu. 5 seneyi aşan bu proje için değişik coğrafyalarda rastladığım bitki parçalarını biriktirdim. Mutfak çöpleri dâhil 2000’den fazla parçadan seçkiler yaptım. Sebat gerektiren bu süreçte doğanın birçok fısıltısını işittim. Bizim en kıymetlimiz, altın ve gümüşü - özlerini korumak adına - reddedişleri bir iro- niydi. Bunca emek ve derinliği olan bu koleksiyonu Guinness ile taçlandırmak istedim. Tasarımları İstanbul’da tescilleyerek sonrasında sergi ve satışını bir STK ile gerçekleştirmeyi planlı- yordum. Orhan Kural ile geçtiğim temasta, Guinness de orga- nikler konusunda bir başlık olmadığını, açılabilme ihtimalinin ayrı bir başvuru, maliyet ve süreç gerektirdiğini öğrendim. Daha sonra bana “Dünya Kadın Rekorları”na başvurmamı önerdi. Gaziantep Büyük Şehir Belediyesinin Gastro-fest için sergi teklifi de o süreçte geldi; Dünya Kadınlar Rekoru başvuru koşulumu kabul ettiler. O gün itibariyle 387 parça sayısına ula- şan - henüz isimsiz - organik a(r)tık koleksiyonum Gastrosanat olarak da dillendirilerek - 2019 GastroAntep fest’in açılışında - ‘Doğanın İki Yüzü’ adıyla sergilendi. Sergi, “Dünya Kadınlar Rekoru” kapsamında “Dünyanın En Büyük Organik A(r) tık Sergisi” olarak tescillendi. ÖZ Koleksiyon isim babası ise sevgili Zülfü Livaneli’dir. Livaneli, sergiyi o güne kadar gördüğü en derin sergi olduğu şeklinde değerlendirirken “bu sergiye daha derin, vurucu bir isim gerek; ‘ÖZ’ gibi!” diyerek bir anlamda koleksiyonun adını koymuş oldu. Sergi, TPE Baş- kanı Habip Asan’ın önerisiyle noter tarafından da tescillendi. Maalesef birkaç ay sonra başlayan pandemi bir yandan ÖZ’ün yolculuğunu engelleyen bir yandan sergi manifestosunu ta- mamlayan bir süreç oldu.

 

 

Anadolu kültürü ve muhakkak ki Gaziantep hayatınızda ve yola çıkış hikâyenizde önemli bir kaplıyor. Eserlerinizde ve tasarımlarınızda var olan bu etkiyi nasıl anlatırsınız?

Gaziantep, kültürel mirası zengin bir şehir. Bu zenginliği fonksiyonel tasarımlarla hayata katmak keyifli bir iş. Özel- likle Kutnu kumaşı ve gümüş kaplama bakır işlemeciliği sa- nırım ilk kez tasarımlarımda işlevsel ve özgün aksesuarlara taşındılar. Bunlara ek olarak ’Bir Sevdadır Anadolu’ isimli papyon tasarımımda ilham kaynağım Zeugma antik kenti mozaik desenleri oldu mesela... Gastronomisinin parçası olan tarihi bakır sahanlar ise TRASINE eserlere dönüştüler. Bu şekilde 100 civarında tescilli tasarımım var.

 

 

Zeynep Elbeyli olarak gerçekleştirmek istediğiniz ve ulaşmak istediğiniz hedefe dair neler söyleyebilirsiniz?

Pandemi süreci bir ‘dem’ haliydi benim için. Yenidünya düzeninde bizler de eviriliyoruz. İçimde özüme, dışımda bütüne dokunacak yeni bir yolculuğa niyet ediyorum. Bunun yeşil enerji konusunda olmasını arzuluyorum. Upcycle çalışmalarım devam ederken ÖZ Koleksiyon seçkileriyle yurt içi yurt dışı sergiler hedefliyorum. Bir STK ile çalış- maya niyetleniyorum. Tasarım sonsuz. Niyetim güzel, yolumun açıklığına inanıyorum.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —