İnsanın kendisinden olarak gördüklerine karşı fazla iyi ve fedakarca, öteki olarak gördüklerine karşı ise acımasızca davranışlarının temelinde, insan doğasında kabile içgüdüsünün şekillenmesine neden olan evrimsel süreçlerin rolü var. Kabile içgüdüsü, grup seçilimiyle şekilleniyor. Doğal seçilim ile evrim kuramını sadece bireysel seçilim olarak yorumladığımızda açıklayamadığımız fedakarlık gibi davranışları ancak bu bakış açısıyla anlayabiliyoruz. Sosyal içgüdülerin etkisiyle ortaya çıkan sevgi, aşk, ahlak, fedakarlık, bağlanma, inanma ve ötekileştirme gibi davranış şekillerini açıklamak için gittikçe artan bir şekilde fen bilimlerinden yararlanıyoruz. Bu konuda biyokimya ve genetik gibi alanların yanı sıra ileri fonksiyonel beyin görüntüleme yöntemleriyle yapılan araştırmalar da bize ışık tutuyor. Bu kitap, canlılar dünyasındaki sosyalleşme örneklerini de göz önünde tutarak insanın sosyal evrimini anlatıyor. Evrimsel bakış açısının sadece biyolojik bilimlerin değil, sosyal bilimlerin temelinde de önemli bir yeri olduğunu unutmayarak evrimsel perspektiften bakıldığında, insan davranışını açıklama ve anlamlandırabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor."
sevgiler ve selamlarımla
Tamer KAYA
Dr Cengiz Taşçı yorumu
“SOSYALLİĞİN EVRİMİ”
KİTABI ÜZERİNE
Hiç düşündünüz mü, kendini korumaya ayarlı biyolojik yapımıza ve güçlülerin hayatta kalmasını formüle eden evrime rağmen, ötekini de gözetmemizi sağlayan merhamet, fedakarlık, vicdan, empati nasıl ortaya çıktı? Soruda bir çarpıklık gördüyseniz haklısınız. Esasen evrim güçlülerin değil, çevreye uyum sağlayanların doğal seçilimini sağlar. Öte yandan bu durum, hayatta kalmak için önemli bir güç sağlayabilir. Ancak merhamet neden evrimsel bir güç sağlasın ki insana. Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşeliyken, başkasına acıyan, acınacak hale düşüyorsa merhamet nereden çıktı? Sevgili Tamer KAYA bu soruların yanıtının peşine düşmüş ve merhametin, fedakarlığın evrimsel kökenlerini incelemiş. “Sosyalliğin Evrimi” kitabında bu kavramların nasıl ortaya çıktığını; ahlakın, dinin ve hukukun evrimsel gelişimini konuşma diliyle yazmış. Evrimsel sosyolojiye giriş ders kitabı olarak okutulması gereken bu kitabı, siyasete, sosyolojiye ilgi duyanların, insan davranışlarına anlam vermeye çalışanların, geleceğe dair düşünenlerin, ahlak, din konularına meraklı olanların, bilim felsefesine düşkün olanların, evrimi anlamak isteyenlerin ve aslında herkesin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.
Türk Radyoloji Derneği Eski Başkanı olan Tamer KAYA, hekim gözüyle sosyal yapının şekillenmesini bilimsel olarak açıklıyor. Evrimle ilgili başka kitapları da olan yazar, bu defa sosyalliğin evrimsel dinamiklerini irdeliyor. Darwin’in aslında bu kavramlar üzerine düşündüğünü ve yazdığını, biyolojideki kadar ilgi görmemesi nedeniyle sosyalliğin evriminin geri planda kaldığını, yüzyıllar sonra ortaya çıkan kanıtlardan hareketle, Darwin’in bu konuda da doğrulandığını ifade ediyor. Hayvanlarda, öteki canlılarda da sosyalliğin izlerini sürüyor. Öte yandan Herbert Spencer gibi “Sosyal Darwinizm” yaftasıyla Darwin’in duyguların-fedakarlığın ortaya çıkışına dair görüşlerini bir kenara bırakıp, biyolojik evrim kurallarıyla inşa edilen sosyal-liberal teori aracılığıyla kapitalizme verilen desteği, bilimin kötüye kullanımının topluma maliyetini anlatıyor. Sosyal kavramların beynimizdeki anatomik ve fonksiyonel merkezlerini, ayna nöronları, nörotransmitterleri de hekim gözüyle ele alıyor.
Kendisiyle tanışma fırsatı buldum. Tamer Hoca’yla konuşurken, Göbeklitepe, evrim, sosyal yaşamın evrimi, insan davranışları, hayvan davranışları (etoloji), ahlakın kökeni, inancın kişi ve toplum üzerindeki etkisi, dinin evrimi ve toplumsal anlamı gibi konularda ortak düşüncelerimiz olduğunu fark ettim. Kitabını okuyunca da bu düşüncem pekişti. Tamer Hoca, yoğun olarak kanıtlara dayalı evrimsel irdeleme yapıyor. “İnsanın Sonu mu” adlı kitabımda benzer konuları incelemiş, bu kavramların kökenine doğru bir yolculuk yapmıştım. Ben bilim felsefesi şemsiyesi altında sosyoloji, etoloji, biyoloji yanında fizik-kimya alanlarında da gezinerek sosyal kavramların kökenini aramaya çalıştım. Her ne kadar sosyoloji mezunu olarak, insan söz konusu olduğunda Saint Simon’un sosyal fizik kavramının yetersiz kalacağını bilsem de, sosyal kavramların fizik temellerini aramış, etki tepki yasası (sosyal alanda karşılıklılık ilkesi), eylemsizlik özelliği (muhafazakarlık, durumunu koruma içgüdüsü), entropi (düzensizliğe gidiş, dejenerasyon) gibi kavramların sosyal alandaki izdüşümlerini sorgulamıştım.
Tamer Hoca, “Sosyalliğin Evrimi” kitabında, evrimin bireysel ve sosyal evrim olarak iki farklı dinamiği olduğunu kanıtlarla vurguluyor. “Bireysel seçilimde” kişisel hırs ve güç etkili olurken; kuşlar, arı ve karınca gibi böcekler, köpekler, kurtlar, balinalar, sırtlanlar, aslanlar, maymunlar ve insanlar gibi sosyalleşen canlıların hayatta kalmak için sosyal yapıyı korumaları gerekiyor. İnsanlarda kişisel rekabet daha düşük dozda da olsa devam ederken, grup bağlılığının öne çıktığını, gruptan ayrı düşmenin ölümcül olduğunu ve yaşamı pahasına sosyal grubu korumanın daha üst bir kod olarak genetik ve kültürel mirası korumak anlamına geldiğini anlatıyor. İçinde bulunulan grup için fedakarlığın “grup seçilimine” katkı sağladığını, içimizdeki kabile içgüdüsüyle grup içindekilere empati yaparken, merhamet gösterirken, başka gruptakileri nasıl düşman gözüyle gördüğümüzü anlatıyor. Sosyal gruplar bir anlamda yaşamak için en uygun vasat olarak benimseniyor. Grup için ölümü göze almak dahil her türlü fedakarlık yapılarak, içinde bulunulan sosyal yaşamın devamlılığı sağlanıyor. Tamer Hoca, bu dinamikleri daha çok Emile Durkheim’ın yolunu izleyerek işlevselci (fonksiyonalist) bakış açısıyla irdeliyor. Biz hekimler insan organizmasıyla uğraştığımızdan sistemleri bu çerçevede değerlendirmeye yatkın olabiliriz; ancak patolojileri de görmeden, tedavilerini düşünmeden edemeyiz.
Fiziğin en temel yasalarından biri olan termodinamiğin 2. yasası entropi, enerjinin her kullanımında bir kısmının ısıya dönüşerek iş göremez duruma düşmesini tanımlar. Entropi sistemin doğasındaki rastgelelik ve düzensizlik ölçüsüdür. Yani bir sistemi kendi haline bırakırsanız rastgelelik düzensizlik yaratır. Entropi, evrenin yaşlandığını, işe yarayan enerjisinin tükendiğini ve genel olarak düzensizliğe gittiğini gösterdiğinden zamanın yönünü de belirler. Öyleyse bu gidişat içinde düzenler nasıl ortaya çıkıyor? Dikkat edilirse soru, yazının en başındaki soruyla benziyor.
Kütle ve enerjinin sürekli sabit kaldığı izole bir sistem olan evrende işe yarayan enerji sürekli azalır, düzensizlik ve genel olarak entropi sürekli artar. Ancak bu, entropinin her yerde her zaman arttığını göstermez. Dünyamızdaki gibi, özellikle dışardan enerji alan açık sistemlerde, sürekli enerjinin tetiklediği yeniden yapılanmalar, süreklilik oluşturan yerel bazı düzenli “belirme”lere yol açabilir. Jeremy England bu durumu giderek daha fazla enerjiyi yayabilmek için açık sistemlerin kendi kendini “sürekli yeniden yapılandırması” olarak tanımlamaktadır (dissipation-driven adaptation). Bir anlamda sistem, daha yüksek düzensizlik (entropi) için yerel düzenlerin oluşmasını ve gelişmesini zorlamaktadır. Entropi yasası gereği evrim bir zorunluluktur. Bu durumda canlılığın oluşması, bedenlerin oluşması, gelişmesi ve değişerek daha kompleks canlı formalarına dönüşmesi, beynin gelişmesi vb. bir zorunluluktur. Oluşan düzenli bir yapı kendisini korumak için çok daha fazla enerji harcayacak, çevresine ısı yayacak ve evrendeki genel düzensizliğe (entropiye) katkı sağlayacaktır. Düzenli sistemlerin enerji tüketimi ve çevrelerine yaydıkları ısı, karmaşıklık düzeyleriyle paralel olarak artar. Bir anlamda düzensizlik, düzenler kurarak amacını gerçekleştirmektedir. Küresel ısınma ile mücadele eden dünyamız, bunu canlıların evriminde en yukarıda bulunan insanların günlük hayatları ve yarattıkları uygarlık eliyle deneyimlemektedir. Demek ki, entropi hem rastgelelik ve düzensizlik üretmekte hem de genel düzensizlik içinde enerji tüketimini ve enerjinin ısıya dönüşümünü artıran, üstelik giderek karmaşıklaşan düzenler üretmektedir. Biyolojik, psikolojik ya da sosyal yaşamın bu temel dinamikten etkilenmeden sürmesi mümkün mü?
Evren kaos ve kozmoz arasında bir dengeye dayanıyor. Bilim insanları arasında evrende herşeyin düzensizlikten köken aldığını savlayan “Kelebek Etkisi”ni tanımlayan Edward Lorenz gibi kaos’çular ve “Tanrı zar atmaz” diyen Einstein ve Asimov gibi düzenlilik yanlısı kozmoz’cular var. Entropinin marifetlerini görünce bunların aynı sürecin farklı pozisyonlarını tanımladığını görmek kolaylaşıyor.
Toplum bireylerin basit toplamı değildir. Bütünsel bakış, her gün bunun örneklerini görmemizi sağlıyor. Atomların enerjisi, elektromanyetik alanları ve çevre ile etkileşimleri, moleküllerin enerjisi, elektromanyetik alanları ve çevre ile etkileşimlerinden tamamen farklıdır. Atomların yapısal ve fonksiyonel özellikleri ile moleküllerin özellikleri tamamen farklıdır. Patlayıcı bir gaz olan sodyum (Na) ile zehirli bir gaz olan klor (Cl) birleşerek oluşan NaCl (sofra tuzu), sodyum ve klorun özelliklerinden tamamen farklıdır. Atomun yapısı ve fonksiyonu ile molekülün yapısı ve fonksiyonu tamamen farklıdır. Bireysel seçilimin dinamikleriyle, grup seçiliminin dinamiklerinin farklı olduğu gibi. Yine de molekülün bu atomlardan (Na ve Cl) oluştuğunu, bir ayrışma olursa patlamaların, zehirlenmelerin olabileceğini her zaman akılda tutmak gerek.
Sosyal yapılanmanın hayvan davranışlarındaki örnekleri, insan davranışlarını çoğu zaman doğrudan işaret ediyor. Pavlov’un köpeği deneyinde tanımlanan şartlanma, köpeklerden çok insanı anlatıyor. Asch, Milgram deneyleri ve daha pek çok sosyal psikoloji deneyleri sosyal olaylarda düşünmeden içgüdüsel olarak davrandığımızı kanıtlıyor. Tamer Hoca kitabında bu durumu “kabile içgüdüsü” olarak görünür hale getiriyor. Okumanızı öneririm.