Cenazesi bugün Haci Bayram-ı Veli Camii öğle namazına müteakip defnedilecektir. Başımız sağolsun, Allah rahmet eylesin.
Kendisini ilme ve iyiliğe vakfetmiş biri İbrahim Ateş
İlminden ve irfanından çokça istifade ettiğim bir kıymetli insan, bir mümtaz şahsiyettir İbrahim Ateş Hocamız. Mesut Özünlü yazdı..
İbrahim’le ateş bir arada bulunur da hiç çile çekilmez mi? Ve bu çilenin sonu selamet ve esenlik olmaz mı? Elbette… Onun da bir çilesi vardı; 1949 yılında Gaziantep’in İslahiye ilçesine bağlı Yeniceli köyünde dünyaya gelip etrafını ilk tanımaya başladığı o çocukluk günlerinden beri: Yoksulluk... Adı üstünde yoksulluk işte. O insanoğlunun gönlünü burkan yoklukların ya da yok oluşların çoğalmış, sıradağlar gibi uzanmış şekli… Maddi yoksulluk, ilmî yoksulluk, irfani yoksulluk…
İbrahim Ateş Hocamızdan bahsediyorum. O henüz köyünde, çocukluk yıllarında iken kafasına koymuştu ileride gerçekleştirmek istediği hedefleri. Büyük gayelerin dayanılmaz sızıları vardı o tertemiz yüreğinin içinde; vakıf insan olmak… İlmiyle ve irfanıyla etrafını aydınlatmak… Kardeşliği, birlik ve beraberliği yaşatmak… Geri kalmışlık ve yoksulluğu yok etmeye çalışmak…
İşte bu yüksek ideallerle yola çıktı İbrahim Ateş… O yoklukların ve imkânsızlıkların toz toz savrulduğu Yeniceli köyünden…
İlim uğruna ilini ve yurdunu aşan cevval çocuk
Önce, bütün yoklukların başı olan cehalet ve bilgisizlik illetini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bu da ancak okumak, yazmak ve öğrenmekle mümkün olabilirdi. Bu nedenle Yeniceli köyündeki Abdullah Hoca’nın kapısını çaldı önce, elif cüzünü ve Tanrı sözünü öğrenmek için. Ardından Mehmet Kaplan Hocadan Arapça okumak, Mahmut Şekeroğlu Hocadan da Kur’an ve tecvit dersleri almak amacıyla Kilis’in yolunu tuttu.
Ancak gün gelmiş, köy de Kilis de yetmez olmuştu bu ele avuca sığmayan, ilim aşkıyla yanıp tutuşan cevval çocuğa… Daha fazla okumalı, maddi ve manevi bütün zenginliklerin başı olan ilme dört elle sarılmalıydı. Gerekirse eve, köye veda etmeli, uzun ince yollara düşmeli, ilim Çin’de bile olsa gidip tahsil etmeliydi. O da öyle yapıyordu zaten. Ortaokul ve liseyi okumak için köyünü terk ediyor, ilçesini ve ilini aşıyor, hatta yurdunu bile gerilerde bırakıyor, Suriye’nin başkenti Şam’a ulaşıyordu.
1960 yılında gittiği Şam’dan beş yıl sonra dönmüştü Türkiye’ye. Ardından bir hamle daha… Üniversite tahsili için ver elini Libya… Ortada ne Kaddafi vardı ne yeşil devrim… Kral İdris zamanıydı. Akdeniz sahillerine yaklaşık yirmi km. uzaklıkta bulunan Elbeyda şehri, Libya devletinin yazlık başkentiydi. Orada, Arap Dili ve İslam İlimleri Fakültesi’nde yükseköğrenim görüyordu. Ama nasıl bir yükseköğrenim… Hararetten dili ağzı kurumuş bir yolcunun, günler sonra buz gibi akan bir pınara dalışı gibi… Fakültenin tarihinde ilk defa iki sınıfı aynı yılda okuyan bir öğrenci rekorunu kıracak kadar gayretli ve hevesli.
Yaklaşık dört yıl kalmıştı Libya’da. Çok şeyler öğrenmiş, sayısız ilim, bilgi ve malumat devşirmişti bu uçsuz bucaksız eski ecdat diyarında. Libya’nın millî kahramanı Ömer Muhtar’ı gören kişilerle sohbet etmiş, sanki arazisi binlerce şehit ve gazinin kanıyla boyanmış izlenimi veren kırmızı topraklı Bingazi vadilerinde gezinmiş, Kral İdris’in Türkiye sevgisine ve fakültelerini ziyareti sırasında “Beni alkışlamayın, sadece ‘Allah büyüktür’ deyin yeter” deyişine tanıklık etmişti.
Memlekete dönüş ve ilk göreve atanış
İbrahim Ateş Hoca, yetmişli yılların başında, Kaddafi’nin 1 Eylül 1969 darbesinden birkaç ay sonra döner yurda. O artık dinî ve edebî ilimlerle ziynetlenmiş, şevk ve heyecanın doruğunda, vatan ve memleket sevgisi ile dopdolu bir genç adamdır. Ancak ülkenin bürokratik işlemleri, onu âdeta bir kaleyi aşmak kadar yormaktadır. Bin bir emekle yaptığı onca tahsilin geçerli olabilmesi için önce ortaokul, lise ve fakülte diplomalarının denklik ve uyum işlemleriyle uğraşmak zorunda kalır. Aylar süren yoğun çabalar sonucu onca bürokratik engeli aşar, ilk resmî görevine 1971 yılında Gaziantep İl Müftü Yardımcısı olarak başlar.
Ardından çok zaman geçmez. Yetmişli yılların başlarında Vakıflar Genel Müdürü olan Prof. Dr. Osman Nuri Çataklı, bu genç müftü yardımcısının nasıl bir cevheri sinesinde sakladığını fark etmekte gecikmez. Önce genel müdürlüğe alır, bir süre sonra da Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığı’na getirir. Bu makamda yirmi yıldan fazla görev yapar İbrahim Ateş Hoca. Bir yandan resmî görevini sürdürür, bir yandan merhum Turgut Özal’ın Türk-Arap ilişkileri çerçevesinde Arapça tercümanlığını yapar. Sayısı 35’e ulaşan kitaplarının büyük kısmını da bu daire başkanlığı yıllarında kaleme alır.
Hem usulü hem üslubu farklı bir hoca
Usulü ve üslubuyla farklı bir hocadır İbrahim Ateş… Hem dertli hem tatlı bir insandır. Kendisini âdeta ilme ve iyiliğe vakfetmiş gibidir o. Bilgisi derin, konuşması güçlü, hizmeti samimidir. Deyim yerinde ise onun bir gözü yeryüzünün en yüksek ümranında, diğeri ise memleketinin en muhtaç garibanındadır. O yoksulların dostu, yoksulluğun düşmanıdır. Soğuktan ayakları sızlayan bir çocuk, bakımsızlıktan çehresi sararmış bir yaşlı, yoksulluktan beli bükülmüş bir baba çok üzer İbrahim Ateş Hocayı. Bundan böyle o 1988 yılında Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nı (YOYAV) kurmuş, kendi çapında, var gücüyle, hem maddi hem ilmî yoksulluğu yok etmenin gayreti içerisinde olmuştur.
Onun eserleri de, genellikle sosyal bir yara olan yoksulluğa parmak basar ve bu yaranın nasıl sarılacağına ilişkin köklü çözüm modelleri sunar. Bu yönüyle onun eserlerinin daha çok çözüm amaçlı, didaktik ve özgün nitelikli olduğu söylenebilir. Hatta bu özgünlük bazen öylesine bir hâl alır ki, okuyucu onun yazısını, yazarının kim olduğunu görmeden ona ait olduğunu rahatlıkla fark edebilir. Eserlerinden bazıları şunlardır: İl İl Vakıflar (1986), Vakıf ve Çocuk (1987), Yakarış (1987), Kanuni Sultan Süleyman’ın Su Vakfiyesi (1988), Mimar Sinan Vakfı (1990), Rahmet Denizinden Damlalar (1991), Dayanışma Dünyasındaki Yerimiz (1995), Sosyal Dengenin Sağlanmasında Yardımlaşma ve Dayanışmanın Yeri (1996), Yoksullukla Mücadele Millî ve Dinî Bir Görevdir (1997), Yoksulluğun Fikrî ve Manevi Boyutları (2002), Manevi Mertebelerin Merdivenleri (2003), Vakıflar ve Dayanışma Kültürü (2004), Özlü Sözler (2012), Büyüklerden Öğütler (2012).
Sadece eser yazmaktan ibaret değildir İbrahim Ateş Hocanın hizmeti ve faaliyetleri. O, yıllarca Libya Dostluk ve Kültür Derneği’nde, misafir öğretim görevlisi olarak Gazi Üniversitesi’nde ve kurucusu olduğu YOYAV’da binlerce öğrenci yetiştirmiş, Arapça ve Kuran-ı Kerim öğretmiş, bir o kadar da öğrenciye burs vermiş, fakir ve yoksullara yiyecek ve giyecek yardımı yapmıştır. Hâlen ayda bir yayınlanan YOYAV dergisi başta olmak üzere, günlük dersler, haftalık konferanslar, anma etkinlikleri, dinî günler ve kandiller şeklinde devam eden bir dizi faaliyet ve aktiviteyle hizmetini aralıksız sürdürmektedir.
Niyet güzel olsun, gerisi güzeldir zaten
Bir insanın önce niyeti güzel olsun… Sonra elinden geleni yapsın, ardından da Allah’ın kendisine armağan edeceği hoş zamanlara ve sürprizlere hazır olsun.
İbrahim Ateş Hocayı, ilk defa 1985 yılı yazında bir akşamüzeri vaktinde görmüştüm. Perşembe akşamları yayınlanan TRT’nin o meşhur İnanç Dünyası programında “İslam’da Okumanın Önemi” başlıklı bir konuşma yapmış, üniversite sınavlarını yeni kazanan ve birkaç ay sonra Ankara’ya gitmeye hazırlanan bendenizi kendisine hayran bırakmıştı. Dahası onu dinledikçe içim içime sığmamış, arada bir görüntüsünün altında verilen ismi ve unvanı bir kenara not etmiş, Ankara’ya gittiğimde “ilk işim bu kıymetli hocayı bulmak ve elini öpmek olacak” demiştim.
Filvaki Ankara’ya geldiğim günlerde ilk işim, o yıllarda Kurtuluş Parkı’nın karşı tarafında bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü binasına gitmek, İbrahim Ateş Hocayı ziyaret etmek olmuştu. Esas sürpriz mi? O da biz fakültenin üçüncü sınıfına başladığımız yıl, 1987 sonbaharında idi. İbrahim Hocamız, Gazi Üniversitesi Arap Dili Eğitimi Bölümü’ne misafir öğretim görevlisi olarak atanmış, bize de iki yıl kadar kendilerine öğrenci olmak kısmet olmuştu.
Kısacası kendisini iyi tanıdığım, ilminden ve irfanından çokça istifade ettiğim bir kıymetli insan, bir mümtaz şahsiyettir İbrahim Ateş Hocamız. O asla boş durmaktan hoşlanmayan, emekli olmayı -bırakın unu eleyip eleği duvara asmayı- daha esas işe yeni başlamak sayan bir hizmet ve faaliyet öncüsüdür. Rabbimden ömrüne ömür, gücüne güç katması dilek ve duasıyla…
Mesut Özünlü yazdı
https://www.edebiyatdefteri.com/155781-bir-vakif-insandir-dr-ibrahim-ates-hocamiz