Sağlık Hukukunda Uzman Avukat Ayşe Acar Yücel takiplerinde bulunan ve içtihat yaratan down sendromu dosyalarından seçtiği emsal Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E 2022/4807, K 2023/6782 nolu 23.11.2023 tarihli kararını “Down Sendromu Malpraktis Davası - Yargıtay’ın Aydınlatma Nedensellik Ve Yaşam Hakkına Bakışı” başlıklı yazısı ile değerlendirdi.
Avukat Ayşe Acar Yücel’in kaleme aldığı yazıda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin “Down sendromlu çocuğun açtığı davada “doktor, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirseydi, belki benim yaşam hakkım elimden alınacaktı, oysa şimdi alınmadı" şeklinde yorumlanabilecek bir sebebe dayalı maddi ve manevi tazminat isteminde hukuki yarar bulunmamakta, istem özünde davacı çocuğun kişilik haklarını ihlal etmektedir.” Şeklindeki gerekçesi dikkat çekti.
Avukat Ayşe Acar Yücel’in konu ile ilgili kaleme aldığı yazısı;
Down Sendromu malpraktis davasında Yargıtay’ın aydınlatma, nedensellik ve yaşam hakkına bakış açısını yaşanan süreçleri ve hukuken gelinen noktaya bir bütün olarak bakmamızı sağlayacak Down Sendromu davalarımızdan seçtiğimiz emsal kararlarımızın gerekçelerini inceleyelim. Down Sendromunda emsal yüksek yargı kararlarına ilişkin eski tarihli yazılarımızda ve videolarımızda her zaman belirttiğimiz üzere Down Sendromlu çocuklarımız ve farklı kalıtsal anomalilere bağlı olarak doğan bebeklerimizin yaşamlarını kolaylaştırıcı çalışmaların mutlaka devlet eli ile yapılması gerekir. Sosyal devlet anlayışı ile ailelerin yükleri bilinmeli ve hafifletilmelidir. Maalesef yıllardır süren davalarda aileler ile hekimler karşı karşıya bırakılmış ve ortaya ülke açısından hiç hoş görünmeyen manzaralar çıkmıştır. Özellikle Kadın Doğum Uzmanları ülkeyi terk etmeye başlamış, gidemiyorsa da farklı alanlara yönelmiştir. Yargıtay vermiş olduğu son dönem kararları ile tüm bileşenler için son noktayı koymuştur.
Down Sendromu malpraktis davasında Yargıtay’ın aydınlatma, nedensellik ve yaşam hakkına bakışı; Son kararlara kadar Yüksek Yargı uyuşmazlığa hekimin “aydınlatma” sının ispatı ve “aydınlatılmış onam” kavramları üzerinden bakarken, incelemeye konu 2022 ve 2023 tarihli emsal kararlarımızda küçüğün davacı olduğu durumlar için Anayasa’nın 17 maddesi "Herkes, yaşama, Maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir..." penceresinden de bakarak “doktor, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirseydi, belki benim yaşam hakkım elimden alınacaktı, oysa şimdi alınmadı" şeklinde yorumlanabilecek bir sebebe dayalı maddi ve manevi tazminat isteminde hukuki yarar bulunmamakta, istem özünde davacı çocuğun kişilik haklarını ihlal etmektedir.” Demek suretiyle tabiri caizse son noktayı koymuştur.
Down Sendromu Davalarında İçtihat Yaratan Emsal Kararlarımız
Yerel Mahkemelerde oluşan kargaşa ve hekimlerin fiili olarak çalıştıkları ortamda var olmayan ama hukukun onlardan istediği yazılı belgelerin istenmesi bu durumda polikliniklerde her hastadan sayfalarca belgelerin alınması gerektiği gibi paranoya yaratacak durumlar ortaya çıkmış hukuk tarafında yaşanan bu kargaşa hekimlerin meslekten uzaklaşması sonucunu doğurmuştur.
Aşağıda incelenecek olan 2 emsal kararımızda küçüğün açtığı davalarda İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasamızın 17. maddesi merkeze alınarak küçüğün yaşam hakkını merkeze alan gerekçeleri göreceğiz.
Emsal 1: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E 2022/4807, K 2023/6782 nolu 23.11.2023 tarihli kararımız;
Down Sendromu Davalarında Yargıtay’ın Davacı Çocuk ve Davacı Anne Ayrımı ve Aydınlatma, Nedensellik ve Yaşam Hakkı Bakış Açısı:
Yüksek Yargı "Hekimin Hastasını Aydınlatması" ve "Aydınlatılmış Onam" Sorumluluğu konusunda netleşmiş, Aydınlatmanın sözlü de olabileceği ve ispatının da her tür delille yapılabileceği görüşünü benimsemiştir. Yıllar süren aydınlatma konusundaki kargaşaya da son vermiştir.
Down sendromunda uzun yıllardır devam eden davalarda Kadın Doğum hekimleri fiili olarak çalıştıkları ortamlarda hukukun kendilerinden istediği aydınlatılmış Onam belgelerinin hastaneler tarafından oluşturulmamasından muzdariptiler. Davalarda ana konu “aydınlatmanın ispatı” ve “aydınlatılmış onam” kavramları üzerinden ilerlemiş ve bu hususta Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 22.03.20022 tarihli kararı ile aydınlatmanın sözlü de olabileceği ve ispatının da her tür delille yapılabileceğine dair karar vermesi üzerine hekimler açısından daha gerçekçi, elle tutulur bir sonuç çıktığı söylenebilir. Şöyle ki: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2020/11-592 K. 2022/356 Sayılı 22.03.20022 tarihli kararında özetle; "Türk hukukunda girişimsel bazı müdahalelerde hastanın yazılı rızasının alınması gerektiği öngörülmüş ise de aydınlatma yükümlülüğünün yazılı olarak yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Öte yandan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18. maddesi gereğince bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir; hasta, tıbbî müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbî müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Dolayısıyla hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Başka bir deyişle hekimin hastasını aydınlatma yükümlülüğü kapsamında yazılı aydınlatma belirli ölçüde ispat kolaylığı sağlasa da şekil serbestisi söz konusudur. O hâlde aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği hususu hekim tarafından her türlü delille ispatlanabilir” diyerek aydınlatma konusunda uygulama ile paralel bir noktaya gelmiştir.
Bu durumda açılan davalarda aydınlatma konusunda tanık, kayıtlara düşen not dahi aydınlatma konusunda kabul görmekte şüphe oluşması halinde ispat yükünün yer değiştirmesi gerekmektedir. Zira bu durumda aksini ispatlamak artık davacının sorumluluğunda olmalıdır.
Emsal Yargıtay kararımızda Yüksek Yargı küçüğün yaşam hakkının evrensel kurallar ve insan hakları sözleşmesi üzerinden değerlendirmiş ve aynı zamanda nedensellik sorgulanmıştır. Emsal Karar hem anne hem de çocuk açısından olayı ele alarak uygulamadaki soru işaretlerini ve karışıklığı ortadan kaldırarak gerekçeleriyle uygulamaya ışık tutmuştur. Şöyle ki;
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E 2022/4807, K 2023/6782 nolu 23.11.2023 tarihli kararımızda özetle;
Down sendromlu bebeğin hamilelikte teşhis edilememesi sebebiyle küçük için açılan davada bakıcı ücreti dahil maddi ve manevi tazminat talep edilmiş ve Yerel Mahkeme davanın kabulüne karar vermiştir. İstinaf ettiğimiz karar BAM tarafından reddedilmesi üzerine temyiz ettiğimiz karar aşağıdaki şekilde BOZULMUŞTUR.
Down Sendromu Davalarında Yargıtay’ın Aydınlatma, Nedensellik ve Yaşam Hakkına Bakış Açısında ilk dikkati çeken husus olaya çocuğun dava açması hali ve annenin dava açması hali olarak ikiye ayırması olmuştur. Ve dayandırdığı gerekçeler için ilgili hukuk olarak 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 12 ve 17 nci maddelerini ve Yukarıda değindiğimiz aydınlatma konusuna netlik getiren Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (YHGK) 22.03.2022 tarihli, 2020/11-592 E. ve 2022/356 K. sayılı kararını göstermiştir.
1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Davacı Çocuk Yönünden Hukuki Değerlendirme ve Tespitleri Özetle;
- "Anayasa'nın Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlıklı 12'nci maddesi, "Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir...", Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17'nci maddesi, "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir..." düzenlemelerini içermektedir.
-Öte yandan 31.12.2008 tarihli, 5825 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'nin Giriş bölümünde (h) bendinde, İşbu Sözleşmeye Taraf Olan Devletlerin, "...Bir kişinin engelli olduğu için ayrımcılığa maruz kalmasının her bireyin doğuştan sahip olduğu insanlık onuru ve değerinin de ihlal edilmesi anlamına geldiğini de kabul ederek,..." aşağıdaki hükümler üzerinde anlaşmaya vardıkları belirtilmiş olup Yaşama Hakkı başlıklı 10 uncu maddesinde, Taraf Devletlerin her insanın yaşama hakkına sahip olduğunu yeniden onaylayarak engellilerin bu haktan etkin ve diğer bireylerle eşit koşullar altında yararlanmalarını sağlayacak gerekli tüm tedbirleri alacağı, Kişisel Bütünlüğün Korunması başlıklı 17 nci maddesinde, engelli her kişinin, beden ve ruh bütünlüğüne diğer bireylerle eşit bir şekilde saygı duyulması hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir.
-Anılan hükümler hep birlikte değerlendirildiğinde, somut uyuşmazlıkta down sendromlu doğan davacı çocuk bakımından açılan davada, “doktor, aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirseydi, belki benim yaşam hakkım elimden alınacaktı, oysa şimdi alınmadı" şeklinde yorumlanabilecek bir sebebe dayalı maddi ve manevi tazminat isteminde hukuki yarar bulunmamakta, istem özünde davacı çocuğun kişilik haklarını ihlal etmektedir.
-Maddi ya da manevi, neticede parasal bir değere tekabül eden bir menfaat, kişilik haklarını ihlal eder şekilde talep ve dava konusu edilemez. Sosyal devlet ilkesi çerçevesinde engelli bireylere tanınan tüm haklardan davacı çocuk 'in de yararlanacağı şüphesizdir. Açıklanan bu hususlar doğrultusunda davacı çocuk hakkında kurulan hükmün bozulması gerekmiştir."
2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Davacı Anne/Baba Yönünden Hukuki Değerlendirme ve Tespitleri Özetle;
-"YHGK'nun 22.03.2022 tarihli, 2020/11-592 E. ve 2022/356 K. sayılı kararında açıklandığı üzere Türk hukukunda aydınlatma yükümlülüğünün yazılı olarak yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almadığı gözetildiğinde hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği hususu hekim ve zorunlu sorumluluk sigortacısı tarafından her türlü delille ispatlanabilir.
-Bu kapsamda aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği hususu somut olay özelinde hastanın eğitimi, yaşı, kültürel seviyesi ve hekim veya hastane tarafından tutulan kayıtlar serbestçe değerlendirilerek tespit edilmelidir. Bilirkişi raporlarında yapılan ve yukarıya metni alınan değerlendirmeler bir bütün olarak incelendiğinde, davacı anne XX’in down sendromu konusunda sözlü olarak bilgilendirme yapıldığına ilişkin kayıtların aksinin davacı tarafından ispatlanamadığı gözetilerek bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması ve bu hükme yönelen istinaf isteminin Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddi doğru görülmemiştir."
Gerekçeleri ile 23.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Down Sendromu davalarında Yargıtay’ın aydınlatma, nedensellik ve yaşam hakkına bakış açısını daha net ortaya koyan Başkanın Muhalefet şerhinin de oldukça değerli olduğunu düşünüyorum.
3. Muhalefet Şerhindeki Hukuki Değerlendirmeler ve Tespitler Özetle;
" Sayın çoğunlukla aramızdaki ihtilaf;
-sigortalı hekimin tıbbi uygulamasıyla Down Sendromlu doğan çocuk vakıası arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı hususunda kaynaklanmaktadır.
-Gerek benzer uyuşmazlıklarla ilgili Dairemize gelen işler, gerekse dosyadaki bilirkişi raporları ve özel mütalaalar üzerinden edinilen bilgiler nazara alındığında; bu tür doğumların genetik (kromozom fazlalığından) kaynaklanan bir tür anomali olup tedavisinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
-Kahir ekseriyeti ileri yaş gebeliklerden kaynaklanan bu vakıaların en erken gebeliğin 11. haftasında; ileri aşamalı üçlü-dörtlü testlerle tespit edilebildiği ve rahim tahliyesi (kürtaj) dışında bir seçenek bırakmadığı tıbbi bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
-Tıbbi prosedürler, böylesine bir rahatsızlığın teşhisi halinde rahim tahliyesine cevaz vermekle birlikte hamileliğin geldiği aşamaya nazaran bunun etik olup olmadığı hususundaki tartışmaların halen güncelliğini koruduğu gözlemlenmektedir.
-Bu durumda gebelik sürecine nezaret eden hekimin erken teşhis halinde durumdan haberdar edeceği annenin önünde çocuğu aldırmak dışında bir seçeneğinin bulunmadığı tartışmasızdır.
Somut vakıada çocuk sağ olarak dünyaya gelmiştir. Davacı ebeveynler, kendileri adına asaleten, çocuğa ise velayetten iş bu tazminat davasını açmışlardır.
-Down Sendromlu hamileliğin anne sağlığını tehdit ettiğine dair tıbbi bir veri bulunmamaktadır. Ancak doğum sonrası gerek anne, gerekse çocuk ve aile efradı yönünden sıkıntılı bir sürecin başlayacağı muhakkaktır. Ne var ki, sigorta poliçesi yalnızca hekimin kötü tıbbi uygulamaları sonucunda oluşan zararları teminat altına almaktadır, doğum sonrası komplikasyonları değil.
-Somut vakıada açıkça dile getirilmemekle birlikte zımnen, “zamanında haberdar edilseydik anne karnındayken hayatına son verecektik” tezinden başka dayanak bulunmadığı anlaşılmaktadır.
-Özetle; Down Sendromun tıbbi uygulama hatasından değil, genetik anomaliden kaynaklandığı, erken teşhis halinde bile tedavisinin mümkün bulunmadığı, hekimin aydınlatma görevini zamanında yapması halinde bile çocuğun anne karnında iken tahliyesi (öldürülmesi) dışında bir seçenek bırakmaması nedeniyle hekimin eylemi (ihmali) ile poliçenin teminat altına aldığı zarar arasında illiyet bağı bulunmadığından, mevcut delillere nazaran davanın hem küçük hem de ebeveynler açısından bu nedenle reddi gerektiği düşüncesiyle, aksi yönde tezahür eden sayın çoğunluk kararına ebeveynler açısından gerekçe bakımından iştirak etmiyorum." BAŞKAN
Emsal 2: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E 2021/1620, K 2022/7142 sayılı ve 18.10.2022 tarihli dosyamızda verilen kararda;
Yüksek Yargının Down Sendromu davalarında küçüğün “var olmama hakkının kabulünün hukuken korunamayacağı” görüşü;
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E 2021/1620, K 2022/7142 nolu dosyamızda vermiş olduğu BOZMA kararı ile Down Sendromlu küçüğün davaya taraf olmasının “neden beni yok etmediniz” diyerek “var olmama hakkının” kabulü sonucunu doğuracak taleplerin hukuken korunamayacağı hususları vurgulanmıştır. Şöyle ki;
“Küçük çocuğun davacı olarak yer alması bakımından ise; down sendromlu çocuk adına talepte bulunulması, özürlü doğmuş çocuğun hekime karşı neden kendisinin dünyaya gelmesine yol açtığı ve henüz cenin olduğu dönemde yaşamının sona erdirmediğini ileri sürmesi gibi bir iddia ile var olmama hakkının kabulü gibi hukuken korunamaz bir duruma yol açmaktadır.” şeklinde tespit de mevcuttur.
Emsal 3: Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas 2022/3489 Karar 2023/5811 tarihli kararı;
Emsal 1'de aktardığımız emsal kararımızla aynı yönde verilen iş bu kararı tekrar etmiyoruz ancak kararda bir ÜYE tarafından yazılan karşı oy oldukça dikkat çekicidir. Şöyle ki;
"Karşı Oy;
-Acaba davacıların bu iddiasında korunmaya değer hukuki bir menfaatleri var mıdır?
Yaşam hakkı ilk insandan bu yana var olan, insanın sırf insan olduğu için sahip olduğu vazgeçilmez, devredilmez mutlak bir haktır. Diğer bütün insan hakları yaşam hakkının varlığına bağlıdır.
Yaşam Hakkı vazgeçilmez, devredilmez mutlak bir haktır. Çocuk bu hakkı sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü anda elde eder. Hak sahibinin bu haktan vazgeçmesi mümkün olmadığı gibi onun adına hareket eden kanuni temsilcisi (anne) de bu haktan vazgeçemez.
-TMK 28. Maddesi engelli, engelsiz ayrımı yapmadan yaşam hakkının sağ doğmak koşuluyla çocuğun ana rahmine düşmesiyle başlayacağını, 23. maddesi de aynı şekilde engelli engelsiz ayrımı yapmadan kimsenin hak ve fiil ehliyeti ile özgürlüklerinden vazgeçemeyeceğinden bahsetmiştir. Down sendromlu (engelli) olmak yaşam hakkından vazgeçmeyi haklı kılmaz.
-2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'un 5. maddesine istinaden çıkarılan Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük down sendromunu rahim tahliye sebepleri arasında saymış olması söz konusu rahim tahliyesini hukuka uygun hale getirmez. Öncelikle bu düzenleme tüzük yapmaya yetki veren yukarıda numarası yazılı Kanun'un amacına, konusuna ve sebebine uygun değildir. Öte yandan yaşam hakkının sonlandırılması sonucunu doğuracak böyle bir eylemin ikincil bir mevzuatla düzenlenmesi, Anayasa'nın, temel hakların özüne dokunulmadan ancak Kanun ile sınırlanabileceğine ilişkin ilkelerine de açık aykırılık oluşturur. Dolayısıyla uyuşmazlığa anılan tüzük hükmünün Uygulanması da mümkün değildir.
-Önümüzdeki uyuşmazlıkta çocuk zaten down sendromlu olarak ana rahmine düşmüştür. Doktorun yanlış tedavisi sonucu down sendromlu hale geldiğine ilişkin dosyada herhangi bir delil olmadığı gibi davacıların da bu yönde bir iddiası yoktur.
-Keza down sendromlu olmasına rağmen çocuk daha doğmadan anne karnında tedavisi mümkün iken bunun ihmal edildiğine dair de davacıların bir iddiası bulunmamaktadır ki günümüz tıbbî de henüz böyle bir tedavi yöntemini keşfetmemiştir.
-Bunun gibi çocuğun down sendromlu olarak anne karnında bulunmasının annenin hayatı için tehlike arz ettiğine dair de dosyada herhangi bir veri yoktur, davacıların da böyle bir iddiası bulunmamaktadır.
-Davacılar, çocuğun down sendromlu olduğunu, doktorun zamanında kendilerine bildirmesi durumunda hamileliği sonlandıracaklarını, ancak doktorun bu durumu bildirmemesi nedeniyle bu imkandan mahrum kaldıklarını ve böylece maddi manevi zarara uğradıklarını iddia etmişlerdir.
-Günümüzün teknik imkânlarına göre ise ikili testi yaptırmak ancak cenin anne karnında en erken on bir haftalık iken mümkündür. Mevzuata göre 10 haftadan sonra tıbbi zorunluluk olmadıkça çocuk aldırmak suçtur. Bu durumda davacıların doktor bildirseydi hamileliğe son verecektik savı da hukuken dinlenilebilir değildir. Hastanın hayatını tehlikeye düşürmediği müddetçe engelli olmak (down sendromu) hamileliği sonlandırmak için bir tıbbi zorunluluk değildir.
-Doktor durumu bildirseydi hastanın çocuğu aldırmaktan başka (örneğin anne karnında tedavi) bir seçeneği de olmadığına göre çocuğun öldürülmesi sonucunu doğuracak böyle bir bildirimde bulunulmamasına da hukuk düzeni kıymet atfetmez.
-Aksi durumun kabulü bugün dünyada Yaşayan bütün engelli insanlara öldürülmeye müstahak ancak hasbel kader annesinin, tercihini yaşamasından yana kullandığı için şans eseri yaşayan canlılar olarak bakmayı gerektirir ki böyle bir durumu insan onuruyla bağdaştırmak mümkün olmadığı gibi anılan duruma evrensel hukukun cevaz vermesinden bahsetmek de abesle iştigal olur.
-Hele hele küçük adına dava açmak ortaya ilginç bir o kadar da trajikomik bir durum çıkarmaktadır. Zira küçük "Ey doktor, benim Down Sendromlu olduğumu anneme bildirseydin annem beni daha doğmadan öldürecekti. Bildirmediğin için annem beni öldürme imkanından yoksun kaldı ve ben engelli doğdum. Bu durumdan hem annem hem de ben maddi-manevi zarara uğradık, buna sen sebep oldun, o halde bunu tazmin et" şeklinde bir beyanda bulunması da mümkün değildir.
-Kaldı ki hamilelikte yapılan testlerin her zaman yüzde yüz doğru sonucu vermediği, testlerde Down Sendromlu olduğu yorumlanan çocukların sağlıklı bir şekilde dünyaya geldikleri tıp literatüründe sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Hukuki olarak hamileliğe son verebilme süresi olan 10 hafta dolduktan sonra (11 hafta) testler down sendromu sonucunu ortaya koysa da, test verilerine rağmen çocuğun sağlıklı doğma ihtimali de bilimsel olarak halen devam ettiğinden annenin çocuğu doğurmaktan başka bir seçeneğinin kalmadığı açıktır.
-Dolayısıyla davacıların "hukuka aykırı şekilde yaşam hakkının ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak ve yaşamın devamı zarara yol açtı, maluliyet durumu bildirilseydi, yaşama son verilecekti, böylece zarar da görmeyecektik" iddiasıyla dava açmalarında hukuken korunmaya değer menfaatleri bulunmadığından davanın davacı anne yönünden de dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilmesi hatalı olmuştur. ÜYE
DEĞERLENDİRME:
Down Sendromu Davalarında Yargıtay’ın aydınlatma, nedensellik ve yaşam hakkına bakışını netleştiren kararlarımızda görüleceği üzere Yüksek Yargı Down Sendromu davalarındaki bocalamayı ortadan kaldırmıştır.
Down Sendromu davalarında hem davacılar hem de hekimler çok sancılı bir süreç yaşıyor. Ülkede Kadın Doğumcular başka ülkelere göç ediyor, down sendromlu aileler de çocuklarının sağlıklı gelişimi için çareler arıyor. Şu an ülkemizde hekimler üzerinden aranan bu çare yeni mağdurlar yaratıyor. Bu mağduriyet hukukta karşılık bulmuş olmalı ki inceleme konusu karar ile konu tüm bileşenleri ile birlikte değerlendirilmiştir. Bu sebeple geçici ve bireysel çözümler yerine Down Sendromlu ve anomalili çocuklarımız için bir şey yapılmak isteniyorsa mutlaka devletin devreye girmesi sağlanmalıdır.
ARB. AV. AYŞE ACAR YÜCEL
https://www.hanyaloglu-acar.av.tr/malpraktis-tazminat/down-sendromu-malpraktis-davasi