Çocukluğumuzda ülkemizde tek bir radyo istasyonu vardı.
Çocukluğumuzda ülkemizde tek bir radyo istasyonu vardı.
Her sabah saat 7’de bir gong vuruşu ile o günün tarihi söylenir ve arkasından hepimizin aklına yer etmiş olan, klişe bir ifade tekrarlandıktan sonra günün ajans haberlerine geçilirdi:
“BUGÜN 20 MART PAZARTESİ - DEMİRBANK HAYIRLI İŞLER DİLER”
Demirbank 1953 yılında yaklaşık 79 demir tüccarının ortaklığı ile Cıngıllıoğlu ailesinin önderliğinde kurulmuştur.
2000 yılına gelindiğinde Demirbank Türkiye’nin 5. Büyük bankasıdır.
Ve 2000 yılında Demirbank Likidite Krizi (nakit sıkışıklığı) yüzünden batmıştır.
Bir iki cümle ile o günün koşullarından bahsedelim.
2000 yılından önce Türkiye’de kamunun bütçe açıkları çok yüksekti. Bu nedenle sürekli olarak yüksek miktarlarda borçlanması gerekiyordu. Bu borçlanmayı bankalara yüksek faizli tahvil-bono satarak yapıyordu.
Bankalar topladıkları mevduatın çok büyük bir kısmını yatırım yapmak isteyen özel sektöre vermek yerine daha yüksek faiz veren devlete satıyorlardı. Bu durum aynı zamanda özel sektörün ve ülkenin ekonomik büyümesi için gerekli kaynağın ziyan edilmesine de yol açıyordu (literatürdeki adı Kalabalıklaştırma Etkisi-Crowding out Effect).
İşte bu koşullar altında Demirbank bir anlamda hırsının kurbanı oldu.
Demirbank topladığı mevduatın çok büyük bir kısmını devletin hazine bonosu ve tahvillerine yatırıyor buradan ciddi kârlar elde ediyordu. Bu nedenle elinde son derece kısıtlı miktarda likidite (nakit ) bulunmaktaydı. Sıkıştığında diğer bankalardan, hatta son kredi merci olan Merkez Bankasından gecelik borç alıyordu.
Türkiye 1997 yılında önce Güneydoğu Asya’da başlayan, arkasından Rusya ile devam eden ekonomik krizlerden etkilenmiş ve sonrasında 1999 yılında yaşanan deprem ile iyice sarsılmıştı.
90’lı yıllarda kronik bir hal almış olan yüksek enflasyon ve kamu iç borçlanma sorunu son gelişmelerle iyice kötüleşmiş durumdaydı.
Bu koşullar altında Türkiye 1999 Aralığında IMF ile dövizi çıpalayarak yeni bir stand-by anlaşmasıyla enflasyonu önlemeye dönük bir program üzerinde anlaştı.
Başlangıçta başarılı giden program 2000 yılının ortalarından itibaren enflasyonun istenen hızda indirilememesi ve TL’nin uygulanan kur politikası sonucu aşırı değerlenmesi nedeniyle başarı şansını yitirmeye başlamıştır.
Aşırı değerli TL nedeniyle cari açık hızla büyümeye başlamış, olay döviz krizine doğru evrilmeye yönelmiştir.
Dövizin artacağı beklentisi ise piyasada TL sıkışıklığına yol açmıştır. Çünkü döviz alabilmek için önce TL bulmanız gerekmektedir. Herkes TL peşine düşünce döviz krizinden önce TL Likidite Krizi (Likidite Sıkışıklığı) ortaya çıkmıştır.
2000 yılı Kasım ayına gelindiğinde piyasada yaşanan TL sıkışıklığı sonucu bankalar arası gecelik TL faizleri 3 katına çıkarak % 210’ları bulmuştur.
Bu durum ise topladığı mevduatın büyük çoğunluğunu devlet hazine bonosu ve tahvillerine yatırmış olan Demirbank’ı bir anda sıkıntıya sokmuştur.
Nakit sıkışıklığı nedeniyle elindeki devlet tahvillerini piyasada satarak TL’ye dönüştürmek isteyen Demirbank artan faizler nedeniyle elindeki tahvillerin değerinin çöp seviyeye inmesi sonucu tüm varlığını (sermayesini) kaybetmeye başlamıştır (TL faizlerinin artması daha önce düşük faizli olarak ihraç edilmiş olan hazine bonosu ve tahvillerinin fiyatlarının düşmesi sonucunu doğurur).
Bunun sonucunda da 2000 yılı Aralık başında Demirbank iflas etmiş, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu Demirbank’a el koymak zorunda kalmıştır.
Sonuçta Demirbank hepimize Hayırlı İşler dilemiştir.
Buradan günümüze gelirsek; günümüzde ABD de başlayan bankacılık krizinde de (aslında bu da bir likidite krizi) benzer olayların yaşandığını görüyoruz.
ABD’de son günlerde 3 banka iflas etti (Silvergate Capital, Signature Bank ve Silicon Valley Bank). Bu batışların altında bazı ortak nedenler var; bunlardan birisi bankaların paralarının bir kısmını yatırdıkları kripto para piyasasında yaşanan düşüşler, diğeri de bu bankaların portföylerinde taşıdığı yüklü hazine kâğıtları (Demirbank misali).
Bunlardan en çok dikkat çeken, kaynaklarını büyük ölçüde hazine kâğıtlarına yatırmış olan Silicon Valley Bank (SVB) adlı yatırım bankası oldu.
Pandemi döneminde ABD’de ekonominin çarklarını çevirebilmek için FED tarafından piyasaya verilen trilyonlarca doların yanında faiz oranları da sıfır seviyesine kadar indirilmişti.
Dağıtılan bedava para ve sıfır seviyesine kadar indirilen faizler pandemi sonrasında enflasyonun yüzde dokuzlara kadar yükselmesine neden olmuştu.
Enflasyonu kontrol altına almak için FED bir taraftan piyasadaki aşırı parayı çekmeye çalışırken diğer taraftan da faiz oranını yüzde 4,75 seviyesine kadar yükseltti.
FED’in faiz artırımları aynen Demirbank örneğinde olduğu gibi parasının büyük bir kısmını ABD tahvillerine yatırmış olan SVB’ın elindeki tahvillerin piyasa fiyatlarının düşmesi sonucunu doğurdu. Bankanın sermayesinin erimesine yol açtı.
Bunu gören bankada parası olanlar bankanın iflas edeceğinden endişe ederek paralarını çekmek üzere bankaya hücum ettiler (Bank Run).
Banka Demirbank örneğinde olduğu gibi likidite krizine girerek battı. Yaşanan bu gelişmeler ve özellikle de SVB’nin batışı ABD’de önce panik havası yarattı. Ardından mevduatın tamamının sigorta güvencesine alındığı açıklandı ve böylece panik havası önemli ölçüde dağıtılmış oldu. Ne var ki bu kez de bütün bu zararlar devlet tarafından üstlenilmek zorunda kalındı.
Bu olay sadece ABD ile de sınırlı kalmadı. İsviçrenin ikinci büyük bankası olan Credit Suisse te bu olaydan etkilendi.
Credit Suisse’in içinde bulunduğu kriz ise yeni değil. SVB’den farklı olarak Credit Suisse’in yatırımları faiz artırımlarına karşı güvende, ancak son birkaç yıldır yaşadığı itibar erozyonu bankayı zor duruma sokuyor.
2021 yılında yatırım yaptığı 2 firmanın batması sonrası banka zor durumda kalmıştır. Ayrıca Mozambik’te bir kredi skandalındaki rolü sebebiyle de 350 milyon sterlin para cezasına çarptırılmıştır. Diğer taraftan Bulgar mafyası ile bağlantılı bir kara para aklama operasyonu sebebiyle yargılanmasının ardından, geçen yıl Şubat ayında müşteri bilgilerinin basına sızdırılması ile büyük bir skandalın konusu olmuştur.
Sızdırılan veriler içerisinde “Dünyanın dört bir yanındaki 30.000 Credit Suisse müşterisiyle bağlantılı hesapların ayrıntıları” yer almaktadır. Bu ayrıntılar ile ”işkence, uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklama, yolsuzluk ve diğer ciddi suçlara karışan müşterilerin gizli servetleri” ortaya saçılmıştır.
Birkaç yıldır itibarı ciddi zarar gören banka, müşterilerini kaybetmeye başladı. Müşteri kaybetmeye başlayan banka maddi yönden de zafiyet içerisine girdi.
ABD’de başlayan bankacılık endişelerinin Avrupaya sıçraması Credit Suisse’in durumunu daha da sıkıntılı hale getirdi.
Bankanın en büyük hissedarı olan Suudi Ulusal Bankası başkanı Ammar Al Khudairy’nin bankaya “kesinlikle likidite yardımı yapmayacaklarını” açıklamasının ardından banka hisseleri adeta çakıldı.
Banka hisselerinin düşüşe geçmesinin ardından Perşembe günü Credit Suisse yetkilileri İsviçre Ulusal Bankasından yaklaşık 54 milyar dolar değerinde kredi alacaklarını açıkladılar.
Ancak bu desteğe ve hem banka yetkililerinin hem de İsviçre devletinin olumlu açıklamalarına rağmen piyasalardaki güvensizlik tamamen ortadan kalkmamıştı.
Hafta sonu bu konuda yeni gelişmeler yaşandı. İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS, Credit Suisse’i 3,24 milyar dolara satın almak üzere kendisi ile anlaştığını açıkladı.
Silicon Valley Bank’in batması da Credit Suisse’in içinde bulunduğu kriz de küresel finans sisteminin yarattığı sıkıntılardan ziyade bu bankaların içinde bulunduğu özel durumlardan kaynaklanmıştır. Bu anlamda bu krizler şimdilik diğer bankalara yayılma eğilimi göstermemektedir.
Ancak şu gerçek de hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir: Dünya’da 90’lı yıllardan itibaren uygulanan neoliberalist reçeteler Dünya’yı ekonomik krizlere daha açık hale getirmiştir. Küresel ekonomi bu anlamda yeni düzen arayışlarına mecbur konumdadır.
TEKRAR TÜRKİYE’YE DÖNERSEK
2021 Aralık ayından itibaren uygulamaya konulan Yeni Ekonomi Modeli çerçevesinde Merkez Bankası ve BDDK bankaları düşük faizli devlet tahvili alımına zorluyor.
Ancak burada bir terslik var; bankalar şu an itibarıyla mevduat toplayabilmek için yüzde 27-28 faiz verirken, aldıkları devlet tahvillerinin faizi (5 ilâ 10 yıl vadede) yüzde 11-12 civarında bulunuyor. Siz yüzde 27-28’le para topluyorsunuz, bunu yüzde 11-12 ile devlet tahviline yatırma zorunluluğunuz var. Kısacası zararına.
Gerçi şunu söyleyebilirsiniz; Merkez Bankası da bankalara yüzde 8,5’la para veriyor. Evet bir taraftan da böyle bir gariplik var.
Bankaların varlıkları içerisinde devlet tahvillerinin payı yüzde 17 civarında. Ancak ileride bankalara sıkıntı yaratabilecek kısmı yüzde 9 seviyesinde.
SONUÇ
Devlet bir taraftan enflasyonun çok altında bir oranla bankalara para veriyor, diğer taraftan bankaların topladıkları mevduatın ve Merkez Bankasından aldıkları fonların toplamının yaklaşık beşte birini tekrar devlet borç kağıtlarına yatırmalarını istiyor. Bu arada faizlerin enflasyonun altında tutulmasıyla enflasyonu körüklüyor. Ayrıca düşük faizli paranın dövize gitmemesi için çeşitli zorlayıcı tedbirlerle piyasayı sıkılaştırıyor.
Kısacası yapılanlar sadece ekonomideki dengeleri bozuyor, gelir dağılımı allak bullak oluyor. Parası olan daha zenginleşirken, orta gelir grubu da sefalete itiliyor.
İleride bu ekonomi politikalarının normalleşeceği varsayımı altında; faiz oranlarının artırılacak olması, en azından faizlerin enflasyon oranına getirilmesi bankaların ellerindeki uzun vadeli (beş ve 5 yıldan uzun vadeli) tahvillerin bankalara zarar yazmasına neden olacaktır. Bununla birlikte bu tür kağıtların bankaların varlıkları içinde onda bir seviyesinde olduğu düşünüldüğünde bankaları olumsuz olarak etkilese de ABD’deki gibi bir bankacılık krizine neden olması beklenmemektedir.
Başa dönersek; Demirbank hepinize hayırlı işler diler.