Hava soğuktu. Yağan karın ardından gecenin sessizliğine sığınmış şehir, ay ışığı altında yanı üstüne uzanmış, üzerine beyaz bir yorgan örtmüş derviş gibi yatıyordu.
Şehri kuşatan işgal kuvvetlerinin bulunduğu tepelerde yakılan ateşin dumanı göğe doğru yükselirken, Türk kesiminde tüten tek bir baca bile yoktu.
Kara kışta çoluk çocuk, yaşlı genç, tüm Antepliler tir tir titrerken, Fransız topçusuna hedef olmamak için ateş yakmıyor, ateş yakanlar da mağaralarda yakıyor, dumanını gizlemeye çalışıyordu.
Bir yanda kara kış, diğer yanda açlık ve hastalıklar, gece gündüz demeden Fransız topçularının tepelerine yağmur gibi yağdırdıkları top mermileri halkını canından bezdirirken, dayanma gücü azalıyor, umutlar tükeniyordu.
Bunca zorluklar arasında hayatta kalabilmek gerçekten bir mucizeydi.
Ardı arkası kesilmeyen top atışlarıyla Türklerin bulunduğu kesimde ayakta kalabilmiş sağlam tek bir bina bile yok gibiydi. Enkaz haline gelen o kadim şehirde, bir yerden bir yere viraneye dönen şehrin enkazı arasından geçilerek ulaşılabiliyordu.
Her gün şehit haberleri geliyordu. Açlığın getirdiği azap giderek artarken, şehit düşen yiğitler ya evlerin hayadına, ya da en yakın boş arsaya defnediliyor, çoğu kez de kefensiz gömülüyordu.
Açlık öyle bir noktaya gelmişti ki yenebilecek her şey açlığı bastırmak için yenirken, ölen bazı hayvan leşleri bile yiyecekler listesine eklenmişti. Kundaktaki aç bebelerin hıçkırıkları yürekleri dağlarken, acı zerdali çekirdeğiyle ekmek yapılıyor, yiyenler hıçkırık hastalığına tutuluyordu.
Halk onca açlığa, yokluğa, hastalıklara, kara kışa, düşman saldırılarına, verilen şehitlere rağmen teslim olmayı asla düşünmüyorlardı.
Sabahtı… Güneşin ilk ışıkları Türk Tepe’nin ardından kendini gösterirken, Fransız topçusu da rutinleşen bombardımanına başlamış, atılan mermiler kulakları sağır edip, düştüğü yeri enkaza çevirirken, derin çukurlar açıyordu.
Ökkeş, gece geç saatte Kozanlı’daki çatışmadan dönmüştü. Ağzına birkaç habbe kuru üzüm atmış, birkaç saatlik uykunun ardından yakınlara düşen top mermilerinin sesine uyanmıştı.
Harabeye dönen evin hemen altındaki mağaradan dışarı çıktığında ; tüfeği omuzunda, yüzü soğuktan kavrulmuş, dudakları çatlamış, benzi sararmış mahalle uşağı Adil’le karşılaştı.
Ökkeş ;“hayırdır Adil ?” dedi.
-“Çınarlı ’da durum kötüymüş… Hadi tez gidek” dedi.
Ökkeş ikilemedi bile…
Ökkeş yirmi yaşlarındaydı. Babası Çanakkale harbine gitmiş, bir daha da dönmemişti. Anasıyla tek katlı, iki göz Antep evinde hayata tutunmaya çalışırken, düşman işgaliyle karşılaşmışlardı.
Buna katlanamazlardı. Nitekim Ökkeş hemen Heyet-i Merkeziye’ye katılmış, kutlu direnişin üyesi olmuş, amansız bir harbe tutuşmuştu.
Ökkeş ,oldukça hareketli, kıvrak bir zekâya sahip, cesur, gözü kara, yürekli, tez canlı bir delikanlıydı.
Lakabı “deliydi”.
Deli Ökkeş lakabını, karın diz boyu tuttuğu, saçaklardan buzların mızrak gibi aşağıya sarktığı bir kış günü Alleben deresi kenarında arkadaşlarıyla gezinirken ona;” sen bu suya giremezsin!” dediklerinde, o üzerindekileri hemen çıkarmış, Alleben’in buz gibi suyuna kendisini atmış, çimmişti. Bunu ancak bir deli yapabilirdi… O günden sonra da Ökkeş’in lakabı ;” Deli Ökkeş” oldu.
Ökkeş her zaman olduğu gibi çatışmalara gitmeden önce anasının yanına vardı, elini öptü, hayır duasını aldı, helalleşti.
Adil’le birlikte düşen bombaların açtığı irili ufaklı onlarca kraterin açıldığı çukur bostanın dolambaçlı yollardan süzülerek Çınarlı cephesine ulaştılar.
Oraya vardıklarında tek tük silah sesi geliyordu. Kendirli Kilisesi’nin üzerine tünemiş akbabalar misali Ermeni keskin nişancıları Türk mevziiden başını kaldıran çetelere nefes aldırmıyorlardı.
Ökkeş ve Adil, Çınarlı cephe komutanı Memik ağa düşman mevzilerini gözetlerken, selam verip yanına yaklaştılar.
Semt reisi Memik; “hoş geldiniz” dercesine başını salladı.
Sabahtı… Saatler ilerledikçe düşman mevziisindeki hareketlilik de artmıştı. Bir uçak şehrin üzerinde homurdanarak uçarken, birden makinalı tüfeklerin cayırtısı kulakları tırmalamaya başladı.
Semt reisi Memik O gün yaşanacakları tahmin etmişçesine mevzideki çetelere hitap ederken;
““Ağalar bugün çetin bir gün olacak! Yılmak yok!... Çekilmek yok!…Bizi açlık öldüremedi. Kara kışın soğuğu öldüremedi… Bizi buradan sökerlerse Antep çöker! Antep çökerse namus elden gider. Vatan elden gider. Bayrak yere düşer!
Yiğitler!... Biz burada Namusumuza, vatanımıza, bayrağımıza, milletimize uzanan elleri kırmak için varız… Ne bahasına olursa olsun düşmana geçit vermeyeceğiz. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun ” derken 155 lik bir top mermisi yakınlarına düştü, herkes tam siper oldu.
Ökkeş çetelerle birlikte mevzide yerlerini alırken, gece gördüğü rüyası geldi aklına … Rüyayı tam hatırlayamıyordu. Sadece elinde bir bayrak, Antep kalesinin burçlarına onu diktiğini hatırlar gibiydi.
Düşman tarafından; top, makinalı tüfek atışları tekrar başladı. Kendirli kilisesi istikametinden yağmur gibi mermi yağarken, neredeyse mevziden başını dışarı çıkarmak imkânsız hale gelmişti.
Ama buna rağmen çeteler fırsat buldukça karşıya ateş ediyor, onların yaklaşmalarına fırsat vermiyorlardı.
Öğleye kadar karşılıklı silah atışlarıyla geçmişti.
Bir ara bir sessizlik oldu. Silahlar susmuştu. Fırsat bu fırsat çeteler ceplerindeki kuru üzümden birkaç habbe ağızlarına atılırken, kemik gibi olmuş kara ekmekle karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı.
O sırada Çetelerden birinin okuduğu ezan sesi duyuldu. Çevreye yayılan o mübarek ezan sesi tüm hasımlarına ; “biz ölmedik. Buradayız!” Der gibi kutlu direnişi haykırıyordu. .
Ezan biter bitmez düşman mevzilerinden silah atışları bütün şiddetiyle kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Yoğun ateşle birlikte şehitlerin sayısı artıyordu.
Çınarlı cephesinde neredeyse göğüs göğüsse bir çatışma yaşanıyordu. Enkaz haline gelen Çınarlı Camisinin önünde mevzilenmiş; yirmi, yirmi beş kişilik Antepli ölümüne düşmana karşılık verirken destanlar yazıyor… Kendilerine yönelmiş onlarca silahlar ölüm kusarken, tepelerden yağan top mermileri ortalığı hallaç pamuğu gibi atıyordu. Çetelerin kulaklarının dibinden vınlayarak geçen mermilerin sesine; “yandım Allah !”sesleri karışıyordu.
Bir yanda; aç, hasta, yoklar içinde birkaç tüfeği, yüreğinde imanı ile bir avuç Antepli…
Diğer yanda; tankları, topları, uçakları, makinalı tüfekleri ile çağının en gelişmiş silahlarını kuşanmış; 20 binden fazla askeri ile Fransız ordusu, yanlarında da eli silahlı yerli işbirlikçi ermeni çeteleri.
Buna rağmen Çınarlı cephesinde bir avuç Türk dünyada emsali görülmemiş bir kahramanlığın destanını yazarken, şehit sayısı giderek artıyordu.
Antep harbi; güçlerin denk olmadığı, zalimlerin mazlumları soykırıma tabi tuttuğu adaletsiz harp!
Düşmanın saldırısı göz açtırmıyordu. Ökkeş ateş altında sürünerek semt reisinin yanına gitti.
Reis ,ağam !...Bu böyle olmayacak. Onları durduracak bir şey yapmamız gerek… Bana müsaade et ben bir şeyler yapayım !” deyince…
Memik reis “” ne yapacaksın Deli Ökkeş ?” dedi
Ökkeş; Memik ağam bana müsaade et!...Düşmanın gerisine sızayım, gidip ortalarında bir bomba patlatayım, topunu havaya uçururum!” deyince.
Memik reis: Çok riskli. Çılgınca… Seni göz göre göre ölüme gönderemem. Oraya giden sağ çıkmaz!” deyince ,
Deli Ökkeş;” Ağam ölmek gerekirse ölürüz! Ölümse bir ölüm… Ha bugün ha yarın… Ölümü göze almazsak buradan kimse sağ çıkamayacak… Gel bana müsaade et, ben gideyim…
Şakayla karışık ;“hem bugün ölmek için güzel bir gün ” deyince semt reisi Memik ağa gözyaşlarını tutamadı… Göz pınarlarından süzülen damlalar yüzüne sıvanmış barut karasında izler bırakarak aşağıya doğru süzülürken, içinde dinamit dolu heybeyi Ökkeş’e uzattı.
“Hayatta kalmaya bak deli oğlan. Allah yar ve yardımcın olsun” dedi..
Ökkeş semt reisinden aldığı dinamit dolu heybeyi hemen oracıkta açtı, dinamitlere baktı, patlayıcıların fitillerini birleştirdi, tek bir ateşle tutuşacak halde getirdi.
Ökkeş Semt reisi Memik’e ve diğer çetelere “ hakkınızı helal edin derken, arkadaşı Adile döndü” dönemezsem anama bildirirsiniz ” dedi.
Deli Ökkeş Çınarlı camisinin enkaza dönen duvarları arasından aşağıya, Alleben deresine doğru bir kurt gibi sessizce indi. Araziyi avucunun içi gibi biliyordu. Nereden gideceğini kafasında çizmişti. Dere boyunca çalılıklardan da faydalanarak ilerledi. Çatışma tüm şiddetiyle devam ederken, Ökkeş çukurlardan, arazinin tümseklerinden, ağaç gerilerinden faydalanarak Kendirli Kilisesi’nin hemen arkasındaki harabeye dönen Tuffa Hamamına yaklaştı.
Ökkeş düşmanın Kendirli Kilisesi önünde yığıldığını, düşman mevziinin bir hat boyunca uzandığını biliyordu.
Kendirli kilisesi istikametindeki yolunun üzerinde silahlı birini gördü. Ermeni çetecilerinden olduğu kılık kıyafetinden belliydi. Tüfeğini doğrulttu, tek bir atışla onu devirdi. Ökkeş’in silahının sesi çatışmanın sesleri arasına karışmış, kimsenin dikkatini bile çekmedi.
Ökkeş Kendirli kilisesine biraz daha sokulurken; yerdeki kar, havadaki keskin soğuk elini dondurmuş, yüzü buza kesmişti.
Kendisi aşağıda, mevziler yukarıdaydı. İşgal güçlerinin mevzilendiği yer ile bulunduğu yer arasında yüz metre kadar bir mesafe kalmıştı. Bombayı atabilmesi için en az birkaç dakikaya ihtiyacı vardı. Fitili ateşlediğinde çok az bekleme şansı vardı. Aksi halde bombalar hedefine ulaşmadan patlayabilirdi.
Bomba dolu heybeyi açtı, Bombaların fitilini tekrar kontrol etti. Son bir hamleyle ileriye doğru sürünerek on beş yirmi metre kadar daha ilerledi.
Daha fazla yaklaşması imkânsızdı… Ya açıktan koşarak mevzilere ulaşıp bombaları atacak, ya da hiç bir şey yapmadan gerisin geriye dönecekti.
Tüfeğini yere bıraktı. Üşümüş parmaklarını ağzından çıkan sıcaklıkla ısıtmaya çalıştı. Heybeyi açtı, “Bismillah!” deyip fitili ateşlemesiyle birlikte patlayıcı dolu heybeyi boynundan geçirip sırtına doğru atarken; “ Ya Allah !”deyip yerinden fırlaması, mevziiye doğru koşması bir oldu.
Ökkeş düşman mevzilerine doğru bir aslan gibi ileri atılırken sanki zaman durmuş, çevresinde hiç kimse yokmuş gibiydi. Silah sesleri, bomba patlamaları onu ürkütmüyordu.
Düşman mevzilere doğru beş on metre koşmuştu ki Ökkeş omzuna bir şeyin çarptığını, bilmediği bir ağrının saplandığını hisseti. Sendeler gibi oldu.
Ardından sol bacağında aynı sızıyı duydu. Tökezledi. İki mermi vücuduna saplanmış olmasına rağmen o koşmaya devam ediyordu.
Düşman mevziine on metre kala bu kez sırtına saplanan, acısını göğsünde hissettiği o korkunç ağrıyla, gözleri kararır gibi oldu… Ama bilinci hala yerindeydi.
Birkaç adım daha atabildi… Koşmuyordu, sanki bir Şahan olmuş avına doğru kanatlanmış uçuyordu… Son bir hamleyle düşman mevzilerine ulaşmış, bedenini ortalarına atmıştı…
Dudaklarında;” Allah!” sözcüğü dökülürken, o anda yeri göğü inleten korkunç bir patlama meydana geldi.
Mevziden çevreye doğru gürültüyle birlikte; taş, toprak, el, ayak, baş gövde insan uzuvları savrulurken, ortalık kan ve barut kokusuna teslim olmuştu.
Ökkeş patlayan bombayla birlikte hayat gözlerini yumarken, düşman mevziisini darmadağın etmiş, olmaz denileni başarmış, düşmanı can evinden vurmuştu., Anteplinin kolay bir lokma olmadığını bir kez daha göstermişti.
Patlama sesi Çınarlı Camisi yanındaki Türk mevziden de duyuldu. O korkunç patlamanın Deli Ökkeş’in işi olduğunu herkes biliyor, gözyaşları içinde dualar ediliyordu.
O gün Ökkeş orada şehit düştü… O şehit olurken, Antep kalesine çekilen bir bayrak gibi, her çete bir deli Ökkeş olmuş, Hep bir ağızdan;
“Hamdolsun bayrağı koymadık çamurda
Tam yedi bin şehit verdik bu uğurda “diye haykırıyorlardı.
O gün, Antepli düşmanın onca modern silah ve askeri sayısal üstünlüklere rağmen, Çınarlı cephesini bir arı burnu, bir Çanakkale yapmış, düşmanın karşısında etten bir duvar örmüş, Çınarlıyı geçilmez kılmıştı.
Tüm şehitlerimize rahmet olsun.
Not: Bu hikâye Gaziantep’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yılında tüm şehitlerimize armağan edilmiştir.
Yazan: Ibrahim Alisinanoğlu-Gaziantep Miş Miş