Travma ve Afet Ruh Sağlığı Çalışmaları Derneği (TARDE) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü, ‘’Kolektif Sorumluluk: Hayatı Yeşertmek’’ başlıklı III-Türkiye Travmatik Stres Kongresi 31 Ağustos, 1-2-3 Eylül tarihlerinde depremin yıkıcı etkilerinin en fazla hissedildiği illerden biri olan Hatay Arsuz’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde ve Arsuz Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi.
Kongre Başkanı Doç Dr Ersin Uygun ; Arsuz’da ve deprem bölgesinde ilk kez gerçekleştirilen kongremize 325 kişi, 25 sivil toplum kuruluşu ve meslek örgütü katılım gösterdi. Afetlerden Sonra İş ve Toplum Ruh Sağlığı başlıklı bir çalıştay, dokuz panel, on yedi atölye, bir halk buluşması ve afet sahalarında deprem sahasından çekilmiş fotoğraflar ile Affan sergisinin yer aldığı kongreye katılım gösteren herkese, ev sahipliği için Arsuz Belediyesine ve çalışanlarına destekleri için çok teşekkür ederiz.
Depremin ruh sağlığı üzerindeki yıkıcı etkisi 6 Şubat’ta en ağır darbeyi alan Hatay’ın Arsuz ilçesinde düzenlenen III. Türkiye Travmatik Stres Kongresi’nde farklı yönleriyle tartışıldı. Maraş depremiyle yaşanan travma sonrası nasıl bir yol izlenmesi gerektiğin ilişkin akademisyenler, psikiyatristler, psikologlar deneyimlerini aktardı.
ARSUZ’DA İLK BİLİMSEL KONGRE
“Kolektif Sorumluluk: Hayatı Yeşertmek” temasıyla 1 Eylül’de başlayan ve bugün sona erecek kongreyi TARDE (Travma ve Afet Ruh Sağlığı Çalışmaları Derneği) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Arsuz Belediyesi Nazim Hikmet Kültür Merkezi’nde düzenledi.
TARDE Genel Sekreteri Prof. Dr. Tamer Aker, depremin ilk günlerinden itibaren 8 kentte gönüllü hekim ve psikologlar aracılığıyla depremzedelere destek vermeye çalıştıklarını hatırlattı. Aker, bu kongrenin 2000’li yılların başından beri düzenledikleri ancak üç yıldır bu isimle yaptıklarını anımsatarak şöyle dedi: “Eğer deprem bölgesinde hayatı yeşerteceksek o zaman bu kongre de burada olmalı dedik. Hatay ilk merkezi açtığımız yer. Arsuz’u seçtik. Arsuz’un ilk bilimsel kongresi oldu. Hem farklı disiplinlerden kişileri bir araya getirdik. Hem de sahada çalışanları buluşturduk. Çok sayıda STK’yı buluşturduk. Bu afet için daha uzun yıllar çalışmak gerekiyor. Bunun için daha fazla gönüllü ve kaynağa ihtiyacımız var” dedi. Halen bina enkazlarının ya da boş binaların durduğunu anımsatarak “Biz ortada şu an depremi hatırlatıcı kötülüğü hatırlatıcı anıt bırakıyoruz. Oysa ‘iyiliği’ hatırlatan anıt bırakmalıyız. Burada gidilecek daha çok uzun bir yol var. İki ay çalıştım dönüyorum demek etik ve ahlaki değil” dedi.
BEKLEMEK BİZİ ZAYIFLATIR
Kongre Başkanı Psikiyatrist Doç. Dr. Ersin Uygun Avatar anime dizisinden örnekler vererek yaptığı sunumda şöyle seslendi: “Ben de Hataylıyım. Deprem bölgesinde Avatar bekleniyor ve Avatar’a ihtiyaç duyuluyor. Ama biliyorsunuz dizide Avatar’ın kurtarılmaya ihtiyacı olunca hava ulusunun havabükücüleri bir araya gelerek oluşturdukları girdapla Avatar’ı kurtarıyor. Deprem bölgesinde de bugün tüm havabükücüler bir araya gelmeli. Yani dayanışma. Bugün konteyner kentlerde yardım bekliyoruz. Oysa beklemek bizi zayıflatan bir şey. İyileşme sürecine depremzedeyi dahil etmek zorundayız. Travmaya karşı belki bir inşaatın yapımına katkıda bulanarak, bir başkasına sağlam bir ev yapmak onu kurtaracak. Burada işgücü yaratılmazsa insanların kentte kalması da mümkün olmaz. Bir şey üretmelerine destek olunmalı.” Hatay’da en ağır sorunun belirsizlik olduğunu aktaran Uygun, “Birçok kentte kalıcı kentlerin yeri belli. Hatta yapılıyor. Hatay’da ortada bir plan yok. İnsanlar bu kişi nasıl geçirecek bilmiyor. Çocuklar için güvenli alan yok çünkü okul yok. Bir araya gelen birkaç ailenin artık iş yükü kadınların omzunda. Bu belirsizlik tüketiyor” dedi.
HAYATI YENİDEN YEŞERTMEK
Kongrede bir konuşma yapan BirGün Gazetesi Yayın Danışmanı Semra Kardeşoğlu, Marmara ve Kahramanmaraş depremlerinde habercilik üzerine bir sunum yaptı. Deprem gibi afet süreçlerinde gazetecilerin aynı zamanda travmanın hedefi olduğunu savunan Kardeşoğlu, şunları söyledi: “Afet haberciliği Marmara Depremi’nden sonra hayatımıza girdi. Maraş depreminde ise çokça tartışılır oldu. Sayısız ölüme tanıklık etmek ve kimi zaman yardım edememek çok ağır bir yük. Öte yandan yapılan her haberin bir sorumluluğu var. 80’lerden itibaren medya kuruluşlarının sahiplerinin asıl işinin bambaşka sektörler oluşu habercilik anlayışını elbette olumsuz yönde etkiledi. Bugün medyanın tamamına yakınının ‘iktidar yanlısı’ bir noktaya gelişinin sonuçlarını Maraş depreminde fazlasıyla gördük. Depremzedeyi daha da örseleyen çok sayıda haber yayımlandı. En sevdiklerini, geçmiş ve geleceğini yitirmiş insanların görüntüleri üzerine sanki yaşanan çok az bir acıymış müzikle dramatize eden örnekler, binlerce kez dönen klipler, çocukların çarşaf çarşaf verilen fotoğrafları tüm bunlar travma değirmenine daha su taşımaz mı? 70 yılını geçirdiği evi yerle bir olan anıları da silinen insanlara “Konteynerler şahane olmuş, odaları var 21 metrekare” diye konteyner güzellemesi yapmanın nasıl bir anlamı olabilir? Sorumlu yayıncılık ilkesi ile hareket etmek bu kadar mı zor?”
Gazetecinin mağdurun, güçsüzün ve ezilenden yana olması gerektiğini savunan Kardeşoğlu, deprem bölgesinde hayatın yeniden yeşermesi için sorumlu ve ilkeli bir gazetecilik anlayışının güçlendirilmesi gerektiğini aktardı.
Aynı bölümde konuşan Psikiyatrist Prof. Dr. Burhanettin Kaya da, deprem döneminde haberlerin örseleyiciliği üzerine yaptığı sunumda zarar veren haberlerden örnekler sundu. Kaya şöyle konuştu: Habercilik adına habersizleştirme, iletişim adına manipülasyon ve şaşırtmaca, kamuoyu oluşturma adına tekellerin, egemenlerin, iktidarın sözcülüğünü yapma yoluyla medyanın örseliyor. Ötekileştiren, saldırgan, ayrımcı bir dil, bir söylem üretiliyor. Ana akım medya militarist, toplumsal çatışmaları yeniden üretiyor. Deprem boyunca yapılan çok sayıda haberde hem acı hem sevincin pornografisi yapıldı. Tüm bunlar örseliyor.”