Akten Köylüoğlu’nu kaybettik.

Akten Köylüoğlu’nu kaybettik.

Yazdığı kitaplarla Gaziantep kültürüne büyük katkıları olan Akten Köylüoğlu hayatını kaybetti.

 

Annemiz Akten Köylüoğlu’nu kaybettik. Cenazesi 16 Şubat Cuma günü öğle namazına mütakip Bahittin Nakıboğlu cami’nden kaldırılıcak ve asri mezarlıkta aile kabristanına defnedilecektir.

Taziyeler 16 Şubat Cuma günü cenazeyi müteakiben Topçuoğlu Camii bitişiğindeki, 120 numaralı taziye evinde kabul edilecektir.

Nilüfer-Behzat-Murat Köylüoğlu

 

AKTEN KÖYLÜOĞLU

1939 da Gaziantep’te doğdu. İlkokulu İstiklâl ilkokulunda okudu. Gaziantep Kız Enstitüsü üçüncü sınıftan ayrıldı. 1954 de Ömer Köylüoğlu ile evlendi. Üç çocuk ve 10 torun sahibi bir büyük annedir

1980 de hobi olarak başladığı kumaş boyama teknikleri ve özgün motif çalışmaları ile üç cilt kitap olarak yayınlandı.

“Sandıktaki Servet 1’’ 1990

‘’Sandıktaki servet 2’’ 1992

’’Sandıktaki servet 3’’ 1996

1992 de kaybettiği eşinin anısına ,’’Alıp satmak yok. Yapıp satmak var’’ isimli kitabı yazdı.

Alıp satmak yok, Yapıp satmak var’’ 1998 15 yıl üzerinde çalıştığı kitabı yayınlandı ‘’Kadim Şehir Gaziantep’’ 2009 Hayatlı Evlerin Mutlu Çocukları 2014

1990 yılından günümüze resim ve el sanatları çalışmaları ile 40 karma sergiye katıldı, Altı kişisel sergi açtı. Halen Gaziantep kültürü üzerine çeşitli alanlarda araştırması devam etmektedir.  “Kültür Sanat Edebiyat Derneği” ,’’Gaziantep Müze dostları Derneği”, ‘’ Sanko Sanat Galerisi Seçici Kurul’’ üyesidir

 

Ödülleri

2001’de İstanbul Bayrampaşa Belediyesi “Türkiye’de 100 Başarılı Kadın” Ödülü

2002 Gaziantep Kulübü, Hizmet Ödülü.

2007 İzmir Selçuk Belediye Başkanlığı, Teşekkür ve Ödül

2008 GAGİAD Gaziantep Kültürüne Katkı Özel Ödülü.

2010 Özel Sanko Lisesi Fahri Mezunu & Diploma (Gaziantep’e Hizmet )

2010 TOBB Gaziantep Kadın Girişimciler Kurulundan ödül

2011.Ticaret Odası Gaziantep Kültürüne Katkı Ödülü

2013 Gaziantep Üniversitesi 40. Yıl  “Büyülü Fener, Gaziantep’de Sinema Ödülü”

2013 Gaziantep Kent Konseyi  “Kadının Kaleminden Gaziantep Mutfağı” ödülü

2013 GAMEP Gaziantep Medya Platformundan ödül

2014  Şahinbey Kaymakamlığı  kültür - Sanat Ödülü

 

 

Bir Gaziantep sevdalısı…

Yazdığı kitaplarla Gaziantep kültürüne büyük katkıları olan Akten Köylüoğlu, tam bir Gaziantep sevdalısı. Gaziantep’in kültürünü ve tarihini kendi birikimleri ve araştırmalarıyla kaleme alan Köylüoğlu, şimdilerde 3 yeni kitap projesine daha yoğunlaşmış durumda.

“Yaşayan tarih” desek az olmaz Akten Köylüoğlu için. Çocukluğundan bu yana gördüğü, dinlediği hiçbir şeye kayıtsız kalmamış. Araştırarak ve büyüklerinden dinleyerek edindiği birikimlerine hep yenilerini eklemiş. Küçük kağıtlara not ettiği birikimleri de onu yazarlığa taşımış. Köylüoğlu, kendi yazdığı 5 kitabın yanı sıra, 6 kişisel resim sergisi açarak ve 50’ye yakın karma sergiye katılarak resim sanatında da söz sahibi olmuş bir isim. Yakında baskısı tamamlanacak olan yepyeni 3 kitap projesi de bulunan Akten Köylüoğlu ile tarih, gelenek, kültür, sanat ve kitaplarla ilgili doyumsuz bir sohbet gerçekleştirdik.

- Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1939 yılında Gaziantep’te, Kutlar sokağının içindeki bir evde doğdum. Kutlar ailesinin kızıyım. Babam Osman Sakıp Kutlar, Belediye’de çalışırdı. Çiftliğimiz vardı, aynı zamanda çiftlik işleri ile de uğraşırdı. Biz beş kız, bir erkek kardeşiz. Ben ikinci çocuğum.  İstiklal İlkokulu’nda okudum. İlkokuldan sonra Kız Enstitüsü’ne gittim. 3. sınıfta iken ayrıldım ve eşim Ömer Köylüoğlu ile evlendim.

- Kaç yılında evlendiniz? Çocuklarınızdan bahsedebilir misiniz?

1954 yılında evlendim. En büyük kızım Nilüfer1956 yılında, ortanca oğlum Behzat 1958 yılında, en küçük oğlum Murat ise 1962 yılında dünyaya geldi. Büyük çocuğum Nilüfer eğitim sektöründe faaliyet gösteriyor. Ortanca çocuğum Behzat İstanbul’da makine yapımı üzerine çalışıyor.  Murat ise Sanko bünyesinde yönetici. Nilüfer’in 3 kızı, Behzat’ın 1 oğlu, 1 kızı var. Murat’ın ise 2 kızı var. 7 tane toruna sahibim. Allah torun çocuğu görmeyi de nasip etti bana. Torunlarımın da 3 çocuğu var.

- Eşiniz Ömer Köylüoğlu ne işle uğraşıyordu?

Ömer, her zaman bu ülkenin kendi zenginliklerinden yararlanılarak üretim yapılması gerektiğini düşünürdü. Sanayinin çok önemli olduğunu vurgulardı. “Sanayi olmazsa hiçbir şey olmaz” derdi. Eşim, Gaziantep’te hep ilkleri yapmıştır. Mermerciliği başlattı. Gazoz üretimini başlattı, Portalin Gazozları. Yenilikleri benimseyen birisiydi. Ayrıca kadınların iş hayatında ve toplumda etkin olmasını çok desteklerdi. “İğne iplik tutan el, neden bobin sarmasın?” derdi. Yani “bir kadın neden fabrikada çalışmasın” derdi. “İnsanın iki eli var, bir elini tutarsan diğer elle hiçbir iş yapılamaz; kadın-erkek iki el” derdi. Maalesef 1992 yılında eşimi kaybettim.

- Araştırma ve yazarlık merakınız nasıl başladı?

Öncelikle çok kitap okudum. İlkokul öğretmenimin “yatmadan önce her gün 10 dakika kitap okuyun” telkini bende çok etkili oldu. Bir de büyüklerin geçmişte yaşadıkları zamanları çok merak ederdim. Geçmiş yaşantıları dinlemek hoşuma giderdi. Gözümün önünde bazı kıymetli insanların yok olduğunu görünce çok etkileniyordum. Bu meraklar beni yaşlı insanların yanına oturup, onların hikâyelerini dinlemeye itti. Sonra bunları küçük küçük notlar almaya başladım.

- Yazmaya küçük notlar alarak başladınız öyle değil mi?

Evet. Büyüklerimden dinlediğim detayları, ilgimi çeken notları ve daha birçok bilgiyi küçük kağıtlara not aldım. Bilgi dolu küçük kağıtları senelerce biriktirdim. Bu küçük notlar beni bir şeyler yazmaya itti. Beni yazmaya teşvik eden nedenlerden birisi de Gaziantep’e dışarıdan gelen öğrenci, araştırmacı ya da turistlerin Gaziantep kültüründeki detaylarla ilgili kaynak bulamamalarıydı.

- Neler okuyorsunuz?

Roman ve araştırma türünde kitaplar okurum. Makaleleri, dergileri de mutlaka okurum. Son okuduğum kitaplar, “Atatürk ve Berberi”, “Halide Edip’in Hayatı” ve “Işık Yak Düşlerine” ...

- İlk yazdığınız kitap hangisiydi?

Ben ilk olarak çizimle ilgil yazmaya başladım. Babamın resmi çok güzeldi, annem sürekli nakış işler, motifler çizerdi. Sonra ben anne ve babamı örnek alarak kendi motiflerimi çizmeye başladım. Yaptıktan sonra da başkasında bulunmasın diye yırtar atardım. (gülüyor) Ben hobi olarak 1980’de fırça desen kumaş boyamaya başladım. Yöremdeki motiflerden esinlenerek birçok çalışma yaptım. İster istemez bu araştırmalar beni çok değişik alanlara yönlendirdi. 1989’da “Sandıktaki Servet 1” isimli çizimlerle ilgili ilk kitabımı çıkarmış oldum. İkinci ve üçüncü kitabımda renk bilgisinin küçük yaşlarda verilmediğini gördüğüm için renk bilgisine yer verdim. Birçok ilde 15 yıl boya tanıtımları yaptım. Antalya’ya gittiğimde bir hanım “ O kitabın yazarı siz misiniz?, ben boyamaya sizin kitapla başladım” demişti.

- En son çalışmanız olan “ Kadim Şehir Gaziantep” adlı eseriniz kaç yıllık bir çalışmanın ürünü?

Bu kitabın üzerinde 15 yıl çalıştım. Gaziantep’te yaşam biçimi, kadınların sosyal yaşamı, giyim-kuşam, yeme alışkanlıkları, deyimler, türküler, gelenekler, düğünler, hamam kültürü gibi konular yer alıyor.

- Gaziantep sizin için ne ifade ediyor?

Ben burada doğdum, burada yaşadım, burada büyüdüm. Çocukluğum, gençliğim burada geçti. Memleketimi çok seviyorum. Gaziantep’in onurlu duruşunu çok seviyorum.

- Gaziantep’i diğer şehirlerden ayıran özellikler size göre nelerdir?

Ben şu örneği vermek istiyorum; Gaziantep’e gelen memurlar “şarka tayin oldum” diyerek ağlayarak gelirlerdi. Buraya geldikten, burada yaşadıktan sonra ise ayrılırken Gaziantep’i çok sevip benimsedikleri için ağlayarak giderlerdi. Bu bize yeter zaten. Gaziantep yeniye her zaman açıktır, modernliği kabul eder, hiçbir zaman yobaz olmamıştır.

- Araştırmacı-yazar kimliğinizle Gaziantep’te kültür-sanat anlamında eksikliğini hissettiğiniz bir şeyler var mı?

Eskiden, Osmanlı dönemindeyken bile evlerde ud, armonika, piyano olurdu. Yani o zamanlarda hemen hemen her evde müzikle uğraşan insanlar vardı. Benim annem hiç okula gitmemişti ama eski yazıyı ve Türkçeyi okur yazardı, nota bilirdi, ud çalardı. Babam karakalem resim çalışırdı. Yani insanlar kendi kendilerini yetiştirebilmeli. Daha önce halkevlerinde müzik kolu, resim kolu olurdu. Ama daha sonra buralar kapatıldı. Uzun bir süre bu kurumların yerini doldurabilecek yeni kurumlar açılmaması da büyük eksiklik. Şunu söylemek istiyorum; en büyük eksik ailelerin çocuklarını müziğe, resme yani sanata yönlendirmemeleri. Eğer yönlendirmek istiyorlarsa anne ve baba evde sanata, okumaya vakit ayırmalılar. Çocuk ne görürse onu alır.

- Antep işiyle ilgili araştırmalarınız da var. Bu nasıl başladı?

Antep işinin Amerikan Hastanesi’nden çıkıp yayıldığı ile ilgili söylentileri duyunca hırs yaptım ve araştırmaya başladım. Bizim köylülerimizin paçasında, döşlüklerinde, erkeklerin damatlık elbiselerinde Antep işi hep vardı.

Antep işi ile ilgili Gaziantep’te bir toplantı olmuştu. Ankara’dan bir profesör gelmişti. “Bir memleketin adıyla iş olmaz” diyordu. Bunun üzerine, “Neden olmasın? Bu Antep işi” dedim. “Yok, siz araştırmamışsınız. Antep işi değil, delik işi” dedi. Delik işi zaten apayrı bir şey. Sonrasında emekli oldu, gitti. Yerine gelen yeni akademisyen “Memleketinizin işine sahip çıkın” dedi.

Bir keresinde de Ankara’dan Gazi Üniversitesi’nden bir öğrenci Antep işi ile ilgili bilgi edinmek için yanıma gelmişti. Ben ona Antep işi ile ilgili tüm bilgileri yazılı olarak verip, “sahip çıkın” dedim. Gaziantep Ticaret Odası Antep işinin patentini alacaktı. Ama yaptılar mı yapmadılar mı bilmiyorum.

- Geleneklere bağlı bir insansınız. Gaziantep’in unutulmaya yüz tutan değerleri söz konusu. Bu konu ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Eski değerleri kaybetmeden güncelleştirerek yeni nesillere sunmak gerekir. Eskiye bağlı kalınırsa ilerlenemez. Eski, yeniye adapte edilebilirse yaşatılır. Yoksa yaşaması imkansız olan bir şey. Eski geleneklere abartılı devam ettiğimiz şeyler var. Örneğin; kız çeyizini abartıyoruz. Kız evlendikten sonra çeyiz görmeye gitmeyi de çok garipsiyorum. Bunların artık hiç gereği yok. Bu gibi şeyler artık daha modern hale dönüşmeli.

Şivemiz var ama kaba değil

Antep ağzıyla konuşmayı marifet bilenler var. Şivemiz var ama bizim şivemiz kaba değil. Şivemizin Azeri Türkçesiyle çok benzerliği var. Örneğin; elma demeyiz, alma deriz. Ama o kadar biçimsiz konuşma şekilleri var ki, ben onları Antep şivesi olarak kabul edemiyorum. Bize Türkçeyi düzgün konuşmak öğretildi, benim ailemde de bu böyleydi. Evde İstanbul Türkçesiyle konuşulurdu.

Öğretmenlerimiz bize düzgün konuşmamız yönünde de telkinler verirdi. Sınıf öğretmenimiz bir tebeşir parçasının üzerine “düzelteç” yazmıştı. Düzelteç, birisi yanlış bir şey söylendiği zaman o gün o kişide kalıyordu. Gün boyu kalırsa 5 kuruş eğer gece de kalırsa 10 kuruş veriliyordu. O paralar kumbaraya atılıyordu. Biriken paralarla da okula kitap alınıp kütüphaneye konuluyordu.

- Resim ile de ilgileniyorsunuz. Resme olan alakanız ne zaman başladı?

Çocukluğumdan bu yana resmin içinde büyüdüm. Okuldayken “Kutlar soyadını taşıyan kişinin resmi güzel olur” derlerdi. Yani aileden gelen bir yetenek var. Çocukluktan sonra uzun seneler resimle ilgilenmedim. Annemi kaybettikten sonra ilk olarak onun kara kalem çalışmasını yaptım. Misafir bir öğrencim; “Akten abla kalemin güzel sanatlarda okuyan bir öğrencide bile yok, niye çalışmıyorsun” dedi. O bana ilk adımı attırdı. Sonra çocuklar büyüdü, hepsi bir yana gitti. Evde yapacak pek bir şeyim kalmamıştı. Mizyal Karabiber’in resim atölyesine gitmeye başladım. Sonrasında kendi kendime çalışmaya devam ettim.

- Sergileriniz oldu mu?

6 tane kişisel sergim, 50’ye yakın da karma sergim oldu bugüne kadar.

- Genelde yağlı boya çalışıyorsunuz öyle değil mi?

Evet, yağlı boya çalışıyorum.

- Eskiye dair özlemleriniz oluyor mu?

Böyle sıcak havalarda, hayat evlerden birinde olduğumu düşünüyorum. Temiz yıkanmış bir hayat evde, cibinliği serip yatmayı çok özlüyorum.

- Teknolojinin hayatımıza kattığı artılar ve eksiler neler size göre?

Bir kere çamaşır eskiden elde yıkanırdı. Çok zor olurdu. Çamaşır makinesinin olması çok büyük rahatlık. Bulaşık makinesi için de aynı şey geçerli. “Teknoloji neler götürdü?” derseniz; “insan ilişkisini götürdü” diyebilirim. İnsani ilişkiler çok zayıfladı. Toplu yapılacak bir iş olduğu zaman; bütün aile bir araya gelir, imece usulü çalışılırdı. Bunlar çok güzel şeylerdi ama maalesef kalmadı. Mesela; hiçbirimiz evimizde ekmek yapmıyoruz. Ama önceleri bunların hepsi evde ve hep bir arada yapılırdı. Teknolojinin ilerlemesiyle imece usulü yapılan işler azaldıkça ilişkiler de eskisi gibi sıcak olmamaya başladı.

- Görev aldığınız STK’lar ya da dernekler var mı?

Güzel Sanatlar Galerisi Derneği Gaziantep Şubesi ve Gaziantep Kültür-Sanat Edebiyat Derneği’ne üyeyim. Gaziantep Kültür-Sanat Edebiyat Derneği’nde aktif olarak çalışıyorum. Resimle ve edebiyatla ilgili çalışmalarım oluyor ve hepsinde bulunuyorum. Haftalık toplanıyoruz. Bunların yanı sıra Müze Dostları Derneği’nde görev alıyorum.

- Geçmiş yllarda eğlence hayatı ve düğünler nasıldı?

Bizim yeni evli olduğumuz ve sonrasındaki yıllarda geceler tertip edilirdi. Önceden elbiseler diktirilirdi o geceler için. Özenerek hazırlanılırdı. Biz eşimle dans etmeyi çok severdik. Sırf dans etmek için bile eğlencelere gittiğimiz olurdu. Düğünlerin hafızamdaki yeri ise çok enteresandır. İlk hatırladığım düğün amcamın düğünüdür. Çalgıcı Kara Havva vardı, def çalardı. Bir de Esme hanım vardı; darbuka çalardı. Bahsettiğim zamanlarda arada perde olurdu ve kadın perdenin ön kısmında, erkeklerden oluşan saz ekibi ise perdenin arkasında olurdu. Öndeki kadın, çalmaya başlamadan önce arkaya “şunu çalın” diye talimat verirdi. Eski düğünler hep hayatlarda olurdu, salonlar yoktu. İlk davetiye kartını ise büyük amcamın düğünü için hazırlandığında görmüştüm. Çok değişik gelmişti. Normal şartlarda düğün davetini davetlilere  “okuyucu” denilen bir kadın götürürdü.

- O yıllarda kadının toplum ve ailedeki yeri nasıldı?

Cumhuriyet öncesi döneme gidersek kadın için yaşam oldukça zormuş. Kadınlar sokağa çıkamazmış. Örneğin; kadına ayakkabı mı alınacak, ayağının boyu iplikle ölçülür, ayakkabı o ölçüye göre kocası tarafından alınıp getirilirmiş. Başka bir örnek vermek gerekirse; kadın elbiselik kumaş alacaksa eşi kumaşları seçer o kumaşlar bir eşeğin sırtına yüklenir ve kadına getirilirmiş. Kadın o kumaşlar arasından beğendiğini seçer, ondan da elbise yapılırmış. Osmanlı ile Cumhuriyet dönemini karşılaştırdığımızda kadın haklarının ne demek olduğunu ve Mustafa Kemal Atatürk ilkelerini çok daha iyi anlıyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında da birden bire modern hayata geçememiş kadın. Gaziantep’te yüzünü ilk açanlardan bir tanesi benim anneannemdir. Dayım o zamanlar Hukuk Fakültesi’nde okuyor ve anneanneme “Anne ben geldiğimde, yüzünü açık görmek istiyorum, kadınlar peçe arkasından değil yalın gözle görecek dünyayı ” diyor. ”

- İleriye dönük projeleriniz var mı?

Bekleyen 3 tane kitap çalışmam var. Birisi “Hayatlı evler mutlu çocuklar”, birisi “Küçüklere masallar” diğeri ise “Büyüklere misaller”...  Hepsinin çalışması hazır. Baskı aşamasında.

- Onlar kaç yıllık çalışmanın eseri?

Onları da uzun zamandır hazırlıyorum. Derneğimizde bir proje oldu. TEGV için bir şeyler yapalım dedik. Ben çocuklara el yapımı oyuncak yapımını göstermeye ve masal anlatmaya gittim. Masalları anlatırken çocukların bakışları, güzel tepkileri beni çok etkiledi. Böylelikle masalları yazmaya başladım. Çocukluğumda dinlediğim şekilde yazmaya gayret ettim. Yaşlı bir teyzemiz vardı; annem ve babam sinemaya-tiyatroya gittiğinde bize gelir, kardeşlerime ve bana masallar anlatırdı. Ama o masallar annemin süzgecinden geçerek bize aktarılırmış, bunu çok sonradan öğrenmiştim. O masalları başka yerlerde okuduğumda, “hayır, bu masal böyle değildi” dediğim olmuştur. “Hayatlı evlerin mutlu çocukları” olarak hazırladığım kitapta; çocuk olarak hayatlı evlerde çok rahat yaşardık, oyunlar oynardık... Bunlardan bahsettim.

- Fotoğraf sizin ne ifade ediyor?

Fotoğraflara bakınca eski günleri yeniden yaşıyorum. O günleri hatırlamak bana çok keyif veriyor. Siyah beyaz eski fotoğraflar benim için çok değerli. Çünkü eski fotoğraflardaki insanları bir daha bulamıyorsunuz. Bir zaman sonra hiçbiri hayatta olmuyor.

Hastane işi lafı nereden çıktı?

Antep işi ile ilgili araştırma yapmaya beni iten sebep ise  Antep işini Amerikalıların Gaziantep’e getirdiği ve Amerikan Hastanesi’nden yayıldığı düşüncesiydi. Antep işinin Amerikan Hastanesi’nden çıkıp yayıldığı olayının aslı da şöyledir; Amerikan Hastanesi’nin doktorlarından Dr. Schappert’in ninesi yerden bir parça buluyor. Hastaneye getirip, “Bu çok güzel bir şey, nedir bu?” diye soruyor. “Bu Gaziantepli kızların çeyizinde bulunur, kimse kimseye bunun modelini vermez, herkes sadece kendinde olsun ister” diyorlar. “O zaman hastanede çalışan hastabakıcı kızlara dönüp bunu öğreneceksiniz” diyor. Fakat Antepli kadınlar öğretmiyorlar. O zaman başka bir yol buluyorlar ve malzemeleri temin ediyorlar. Sonrasında şunu diyorlar; “Antep işini işlemeyi bilip de maddi imkânı olmayan hasta, hastanemizde tedavisini olsun, Antep işini öğreterek de bize borcunu ödesin”. Bu şekilde yapılan işlemelere de Antep halkı; “O gereksiz, hastane işidir” der. İşin aslı böyledir.

Sandıklar kitap dolmalı

Bir resim sergi açmıştım. O sergide de bir yazı yazmıştım: “Kızlar artık çeyizinde sandıklar dolusu çul, çaput götürmek yerine sandıklar dolusu kitap götürmeli” diye. Şanlıurfa’dan gelen bir kız çocuğu bu yazıyı okumuş. Sonra benim yanıma gelip; “O yazıyı siz mi yazdınız?” demişti. Benim yazdığımı söylediğimde de “Keşke her anne senin gibi düşünse” demişti bana. Öyle mutlu olmuştum ki... Bu benim için çok güzel bir anıdır.

Güzel Sanatlar Lisesi için çaba sarfettik

1990 yılında galeride sergi olduğu söylenmişti ve ben koşarak gitmiştim. Gittiğimde orada  çuval çuval faydalı otlar gördüm, gözlerime inanamamıştım. Sergi buydu. Ondan sonra bu konuda benim gibi düşünen arkadaşlarla direnmeye başladık. Güzel Sanatlar Galerisi Derneği Gaziantep Şubesi (GÜSAD) diye bir derneğimiz vardı, onun karma sergilerine katıldık. Eski galeride açtığım bir sergide şöyle bir yazı yazmıştım: “Güzel Sanatlar Lisesi olan şehirleri kıskanıyorum, neden Gaziantep’te yok?” Sonra bir bey gelip; “Bu yazıyı siz mi yazdınız?” dedi. “Evet” dedim. “Ben bunu düşüneceğim” dedi. Daha sonra galerinin müdürü beni arayıp;“ O kişi Güzel Sanatlar Lisesi yapımı için bir bağını bağışlayacak, valinin yanına sizinle beraber gitmek istiyor” dedi. Aradan zaman geçti ancak ses seda çıkmadı. Arkasından Muammer Güler vali olmuştu. Bir akşam beni arayıp; “Akten Hanım böyle bir bağış yapılmış, bundan sizin haberiniz varmış” dedi. “Evet haberim var” dedim. Meğer o kişiyi “Sen Güzel Sanatlar Lisesi’nden vazgeç, başka bir okul yapalım” diye sıkıştırmışlar, o da bağışını çekmiş. Kaç yıl kaybedildi. Daha sonra yine sahip çıktık ve Güzel Sanatlar Lisemiz oldu. Sonrasında “Gaziantep Üniversitesi’nde resim bölümü neden açılmıyor?” diye imza topladık. İnsan hayatında her şey resimle başlar. Ev yapılır resim lazımdır. Ölçüm yapılır, makine yapılır; resim lazımdır. Bunların hepsi teknik resimdir ama resimdir. Çünkü akılda bir hayal vardır ve hayalleri dışarı çıkarmak istenir, onu da çıkarmak için kâğıt kalem gerekir. Bu sene üniversitede ilk olarak Güzel Sanatlar Bölümü’ne öğrenci alınıyor. Çok mücadele ettik ama nihayet bu sene açıldı.

Akten Köylüoğlu’ndan öğütler

*Çocuğun zekâsına göre onu eğitmek önce anneye düşer. Toplumda en önemli şeylerden birisi annenin eğitimli olmasıdır. Anne eğitimli olursa, çocuğun anneden aldığı eğitim onu bir adım daha öne taşır.

*Her gün, yatmadan önce 10 dakika kitap okuyun.

*Aileler çocuklarını sanata ve okumaya yönlendirmek istiyorlarsa evde sanata ve okumaya vakit ayırmalılar. Çocuk ne görürse onu alır.

* Eski değerlerimizi kaybetmeden güncelleştirerek yeni nesillere sunmak gerekir. Eskiye bağlı kalınırsa ilerlenemez. Eski, yeniye adapte edilebilirse yaşatılır.(cemiyet.com.tr)



Anahtar Kelimeler: Akten Köylüoğlu’ kaybettik.