Bu yazı kaleme alınırken basına aşılama hızında bugüne dek erişilmemiş eşiklerin aşıldığı haberleri yansımaktaydı. Kuşkusuz sevindirici ve olumludur bu haberler. Ama, gevşeme ve yalancı iyimserlik de bir o kadar tehlikelidir içinde bulunduğumuz salgın sürecinde.
AŞI
Küresel salgında güncel sorun aşıyı hakkaniyetli biçimde paylaşmama şeklinde baş gösterdi. Bu olumsuzluktaki aslan payı hiç kuşkusuz yeryüzündeki hemen her olaya ve olguya egemen olan emperyalist ve üstünlükçü anlayışındı. Dünyada üretilen aşıların emperyal devletlerce ve o devletlerdeki kişi başına gerekenden fazla edinilmiş olması bu saptamanın önde gelen dayanağıdır.
Türkiye özelindeki önemli bir sorun 10 yıl öncesine dek aşı üreticisi olan ülkemizin tüketici ya da müşteriye dönüşerek Covid 19 aşısı edinimindeki kısıtlılık oldu. Bu durum ise aşılama sürecindeki inişli çıkışlı değişiklikleri önemli ölçüde açıklayıcıdır. Bugün aşı ediniminde yaşamakta olduğumuz sorunların kökünde 10 yıl önce almış olduğumuz akıldışı kararın etkisi büyüktür.
Türkiye’de salgın yönetimiyle ilgili bir diğer önemli sorun ise saydamlıktan ve açıklıktan uzak anlayıştır. Salgın yönetiminde bile partizanlıktan vazgeçemeyen ülke yönetimi, salgınla ilgili verileri de üzerinde bilimsel çalışma ve yorum yapılamayacak şekilde paylaşarak kendince kurnazlık sergilemektedir. Böylelikle, yönetimin sorumluluktan kurtulmayı amaçladığı bile söylenebilir. Öte yandan ise bilim insanlarının konuyla ilgili çalışma yapma noktasında elleri kolları bağlanmış olmaktadır.
Ramazan ayıyla birlikte kendisini duyumsatan aşılama hızındaki keskin düşme izleyen süreçte de bir türlü istenen düzeyi yakalayamamıştır.
Adına aşı tanımlanıp da aşı yaptırmayanların yaş gruplarına ve toplam nüfusa oranı nedir?
Aşılanma sırası geldiği halde aşısını yaptırmayanlara yönelik olarak bir şeyler yapılması akla getirilmiş midir?
Yoksa bu önemli toplum ve halk sağlığı sorunu “özgürlük” torbası içine atılarak görmezden gelme kolaycılığına mı kaçılmıştır?
Her tür aşı ve özellikle de güncel salgının denetim altına alınması amacıyla üretilmiş ve kullanıma sunulmuş aşıların kişilerce yaptırılıp yaptırılmaması bireysel özgürlük kapsamında değerlendirildiği ölçüde salgınla baş etmenin zorlaşacağı akıldan çıkartılmamalıdır. “Ya hep birlikte ya hiçbirimiz” ilkesi salgının kilidini açmada anahtara eşdeğer önemdedir.
Tam da burada dünyadan bir örneği paylaşmakta yarar var. Kendi aşısını uygulayan ama dünya kamuoyunca pek de bilinmeyen Pakistan’da aşı yaptırmayan kamu çalışanlarının aylıklarının ödenmemesi kararlaştırılmış. Aşılanmaktan kaçınan sokaktaki vatandaş içinse cep telefonu hizmetinden yoksun bırakma seçeneği devreye sokulmuş. Bu sıra dışı uygulamaların pek çok kimse tarafından “antidemokratik” olmakla etiketleneceği kuşkusuzdur.
Ancak, toplum sağlığı bireylerin bilgiden yoksun kararlarına bırakılamayacak denli önemlidir. Demokratiklik tartışmasının böylesi önemli ve duyarlı bir konuda yeri olmadığı açıktır.
Ülkeyi yönetenlerin tasarlı ve öngörülü olmaları gerekliliği “aşılanmadan kaçınma” sürecinde çok daha iyi anlaşılmış olmalıdır.
Biraz geriye gidelim!
ANAYASA MAHKEMESİ, YASAMA, YÜRÜTME
Anayasa Mahkemesi’nin 2013/1789 numaralı başvuru üzerine vermiş olduğu karar toplum ve halk sağlığı açısından son derece önemli olan aşı “reddi” yolunu açarak son derece olumsuz bir sürecin başlamasına neden olmuştur. 1 Covid 19 salgını öncesinde de aşı reddi olguları bildirilmekle birlikte, aşı reddi içinde bulunduğumuz salgın sürecinde çok daha önem kazanmış durumdadır. Resmi sayılar paylaşılmadığı için aşılanmama olgularını duyuma dayandırmaktan başka yolumuz kalmamış oluyor.
Unutulmamalıdır ki, aşılama sayesinde insanlık pek çok hastalığı unutmuştur. Çocuk felci ve çiçek unutulan hastalıklar listesindeki sayısız hastalıktan ikisidir. Aşıların hem can yitimini hem de uzun ve emek gerektiren sağaltım süreçlerini önlemedeki önemine bir kez daha vurgu yapmakta yarar var.
Tartışmalara konu olsa da hızla geliştirilerek yerleşikleşmiş süreçler alışılmışın dışında hızla aşılarak kullanıma sunulan Covid 19 aşıları için de az önce sıraladığımız olumluluklar geçerlidir.
Çok yeni bir çalışmaya göre Türkiye’de aşılanmış olan sağlık çalışanları arasındaki Covid 19’a bağlı ölüm oranlarının belirgin şekilde düştüğü görülmüştür.2 Bu süreçte yaşamını yitiren sağlıkçıların yarısının çeşitli nedenlerle aşı yaptırmamış olduklarının anlaşılmış olması da aşının etkinliğini destekleyen önemli bir başka kanıt sayılmalıdır.
Ayrıntısına kaynakçadan erişilebilecek bu çalışmanın çarpıcı sonucu ülkemizde yapılan Coronavac aşısının sağlıkçı ölümlerini 95 oranında azaltmış olmasıdır.
Hiç kuşkusuz aşılama yoluyla küresel kitle bağışıklığı oluşana dek salgına ilişkin tıp dışı önlemler olan MAske-MEsafe-Temizlik üçlemesine sıkı sıkıya bağlılık ikilemsiz sürdürülmelidir. Toplumun 70-80’i aşılanmadıkça önlemlerin gevşetilmesi akıldan bile geçirilmemelidir. Bu oranın küresel ölçekte ve olabildiğince hızlı yakalanması da bir o kadar önemlidir.
Anayasa Mahkemesi’nin salgın koşullarında çok daha iyi farkına varılan olumsuz kararı sonrasında gereken yasal düzenlemeler sıcağı sıcağına yapılmış olsaydı bugünlerde hem eğitimli-öğretimli hem de kara cehalet ürünü aşı güvensizliği ya da reddi olgularıyla baş etmek çok daha kolaylaşabilirdi. Birkaç yıl önceki yargı hatası ve bu hatanın giderilmesi için harekete geçmeyen YÜRÜTME-YASAMA ikilisi eleştiriyi fazlasıyla hak etmektedir. Bu hatalı kararın altına imza atan Anayasa Mahkemesi’nin yeterli BİLİRKİŞİ görüşünden yoksun bir şekilde karar aldığını vurgulamakla yetinelim.
Yürütme ve Yasama’nın bu önemli sorun konusundaki edilgenliği salgınla mücadelede aşılanmama bağlamındaki bocalamanın önemli etkeni olarak boy göstermektedir. Çağa uygunluk yalnızca bilim çevrelerinin değil ülkeyi yönetenlerin, yargının ve elbette yasa yapıcıların da rehberi olmalıdır.(veryansintv.com)
1http://doc.izmirtabip.org.tr/userfiles/asi_kitap.pdf
2https://www.journalofinfection.com/article/S0163-4453(21)00285-1/fulltext