Salgınlar, Aşılar ve Aşı Karşıtlığının Tarihsel Gelişimi Üzerine

Salgınlar, Aşılar ve Aşı Karşıtlığının Tarihsel Gelişimi Üzerine

İnsan eliyle yaratılan bir mucize varsa eğer, bunlardan ikisi aşı ve tarama programları olsa gerek.

Salgınlar, Aşılar ve Aşı Karşıtlığının Tarihsel Gelişimi Üzerine

 

İnsan eliyle yaratılan bir mucize varsa eğer, bunlardan ikisi aşı ve tarama programları olsa gerek.

 

Canlıların var olma savaşı

 

Biyolojik kapsamda yaşam tarihi canlı yaşam formlarının mücadele tarihidir ve yaşam mücadelesi asla yok olmaz. Bu ‘’var olma yarışı’’ kazananın, kendini yok edecek olanlara karşı geçici olarak üstünlük kurduğu diyalektik bir etkileşimdir. Geniş ve köklü biyolojik yazından ve bu birikime katkı sağlayan bilim insanlarının o seçkin soyağacından deneyimlediğmiz, öğrendiğimiz yalın bir gerçek bu.

 

Karşılaşılan her olgu gibi günümüzde tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi gerçekliğni anlamak için benzer olguların evrimsel tarihini kavramak gerekir. Çünkü; her sonuç, onu oluşturan başlangıç koşullarına bağımlı bir sürecin ürünüdür. Her biyolojik, fiziksel ya da kimyasal ürün hatta yaşamda gerçekleşmekte olan her türden toplumsal, siyasal, ekonomik sonuç başlangıç koşulları, süreç ve süreci etkileyen etkenleri ile olan etkileşim ortaya konulmadan bütünüyle anlaşılamaz, eksik kalır. Bu nedenle, sonucu yansıtan son karedeki fotoğraflara değil, resmi yaratan süreci yansıtan filme odaklanmak gerekir.

 

Yeryüzünde yaşam, insanı ortaya çıkaran 7-8 milyon yıl öncesi başlayan süreçten çok çok daha önce ortaya çıktı. İlk yaşam formları olan mikroorganizmalar dünyanın oluşumundan -yaklaşık olarak 4.6 milyar yıl- bir milyar yıl sonra -yaklaşık 3.7 milyar yıl önce- ortaya çıktı. Bu uzun süreçte mikroorganizmalar oldukça evrimleşti ve deyim yerindeyse bu yaşam mücadelesinde tam bir hayatta kalma uzmanı oldular. Her türden olumsuz koşullara oldukça iyi uyarlanım gösterediler. Canlı yaşamın temel programı olan ‘’hayatta kalma’’ ve ‘’üreme’’ konusunda bizim gibi çok hücreli yaşam formlarına göre gerçekten çok daha başarılı görünüyorlar. Olumsuz koşullara oldukça etkin ve hızlı bir evrimsel süreçle yanıt vererek türlerinin devamını sağladılar. Doğal seçilimle belirlenen yani ortama daha iyi uyarlanım gösterenin daha çok üreme ve var olma olanağı ile çevrenin kısıtlılığı arasında oluşan denge ile yürütülen süreçler, bakteri ve virüslerin hem türün diğer bireyleri hem diğer mikroorganizmalarla hem de eşilk ettikleri konakçılarla olan etkileşimlerini belirledi. Bu yaşam formları zaman zaman yerleştikleri konakçılarda ölmcül salgınlara yol açtılar.

 

 

Salgınların kısa tarihi

 

Salgınlar, deyim yerindeyse tam olarak uygarlık hastalıklarıdır. Bildiğimiz kadarı ile, Homo Sapiens yani beden, zihin ve anatomik olarak günümüz insanının ilk ataları 200 000-300 000 yıl önce Afrika’nın Güneydoğusu’nda ortaya çıktı ve 70 000- 100 000 yıl önce Afrika’dan yeryüzüne yayılarak göç etti. Avcı-toplayıcı bir yaşam biçiminde küçük ve dağınık gruplarla yaşadılar. Günümüzden 10 000-12 000 yıl öncesi yani tarım toplumlarının ortaya çıkışına kadar insanın tarihinde çeşitli hastalıklar görülse de büyük salgınların görüldüğüne ilişkin tarihsel bilgi bulunmuyor. Büyük salgınlar, insanın tahılı ve tarımı öğrenip, hayvanları evcilleştirip onlarla birarada olan yerleşik yaşam biçimine geçtikten sonra görülmeye başlamıştır. Devletli toplumlarla yani uygarlıklarla beraber de belli aralıklarla yineleyip

 

durmuştur. İnsan nüfusunun yoğunlaştığı kent merkezleri salgınların ana kaynağı olmuştur. Sanılanın aksine, insan türünün küresel sağlığı avcı toplayıcı döneme oranla yerleşik yaşama geçtikten sonra hem enfeksiyon hem de diğer hastalıklar açısından daha da kötüleşmiştir. Uygarlık tarihi, 3-5 kudretli kralın çevresindeki yazıcıların yanlı kalemleri ile değil de ezilen, sömürülen geniş halk kitlelerini görünür kılan gerçek yaşama dokunanlarca yazılsaydı eğer, sanırım uygarlık tarihinin büyük bir bölümünün kıtlık, yokluk, açlık, sefalet, yıkıcı hastalık ve koşullarla örülmüş koca bir ölüm tablosu çizerlerlerdi. Uygarlık, bu kudretli kralların kendi konfor ve soy hattını garanti altına alan eşitsiz bir dünya düzeni yerine halkların refah ve sağlığını önceleyen evrensel değerler temelinde bir kurguyla inşa edilseydi eğer, dünya atalarımız, kendimiz ve doğmamış çocuklarımız için çok daha yaşanabilir gezegen olurdu.

 

Günümüze kadar, dünya çapında belirli aralıkla yineleyen çok sayıda ve çeşitte salgınlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları yüzyıllar sürmüştür ve çoğu toplumların yok olması, devletlerin çökmesi ve milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan derin toplumsal ekonomik ve siyasal sonuçları olmuştur. Bildiğimiz kadarı ile, ilk salgın günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce (M.Ö. 426-429) yıl önce ortaya çıkan Atina Salgını’dır. Bu tarihten itibaren büyüklü küçüklü 20’yi aşkın pandemi olmuştur. Justinyen Vebası’nda (541-549) yıkım o kadar büyük omuştur ki, 100 milyona yakın insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Roma İmparatorlu’ğunun çözülmesine yol açmıştır. Sınırlarından onlarca kilometre içerilere gidildiği halde tek bir insanla dahi karşılaşılmadığı ölüleri sokakta toplayacak insan dahi bulunmadığı bildirilmektedir. Roma’nın veba nedeniyle azalan siyasal ve askeri gücünün İslamın Kuzeye doğru ilerlemesini kolaylaştırmıştır.1346-1353 Ortaçağ Avrupasında Kara ölüm olarak bilinen veba salgınında 200 milyona yakın insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Salgın hastalıklarının en dramatik sonuçlarından birisi 1520 yıllarında yaşanır. Amerika Kıtası’nın Kolomp tarafından keşfi sonrası Su Çiceği ve Kızamık virüsleri Avrupa’lı istilacılar tarafından yeni kıtanın yerlilerine taşındı. bu virüsler dünya tarihinde ilk kez bu kıtaya Portekizlierce taşınmış oldu. Daha öncesinde bu virüslerle hiç karşılaşmadıkalrı için bağışık olmayan Aztekler ve İnkalardan oluşan yerli halkta yıkım o kadar büyük oldu ki, 50 milyonu aşkın insanın öldüğü tahmin ediliyor. Tarihsel kayıtlara göre, bu kadim uygarlıklar isitilacılarla savaşamadan bu bu salgın nedeniyle yok oldu. Virüslerin salgını tüm kıtayı kırıp geçirdi. 1918 yıllarına gelindiğinde I. Dünya Savaşı ortaya çıktı. Savaş sırasında İspanyol Gribi tüm Avrupa’yı kırıp geçirdi. Savaşta ölen insandan daha fazlası virüs salgını nedeniyle öldü. Yaklaşık 50 milyon insanın öldüğü belirtiliyor. Bu yıllardan sonra bakterilerden çok virüslerin daha fazla pandemilere yol açtığını görüyoruz. İlerleyen yıllarda HIV/AIDS, SARS, MERS, Ebola, Domuz gribi ve halen yaşamakta olduğumuz COVID-19 salgınları ortaya çıktı. Dünya çapındaki salgınların tarihsel gelişimi için ayrıntılı bilgiye

 

https://www.weforum.org/agenda/2020/03/a-visual-history-of-pandemics

 

linkinden ulaşabilirsiniz.

Geçmişten günümüze ortaya çıkan pandemilerin kronolojisi

 

Salgınların kök nedeni üzerine

 

Günümüzde geniş ölçekli salgınların pek çok nedeni bulunuyor. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel faktörler hazırlayıcı nedenleri oluştururken kişisel tutum ve davranışlar, gelişmişlik düzeyi , yanlış inanç ve yaklaşımlar hızlandırıcı ve artırıcı etkenler olarak önemli rol oynuyor.

 

Ancak nüfusun yoğunlaşması en büyük temel etken görünüyor. Önceye oranla son derece yoğun birlikteliğimiz var. Ortak kullanım alanlarımızda oldukça iç içe yaşamak zorundayız. Son derece kalabalık işyerleri, okullar, mahalleler, binalar, kaldırımlar yarattık. O kadar kalabalığız ki, yürürken, toplu taşınırken, yemek yerken, dinlenirken kısacası yaşarken zorlanıyoruz. Küçük bir azınlık lehine ancak büyük insan ailesi aleyhine eşitsiz bir servet birikimi için şehirlerimiz asimetrik yoğunlaşıyor. Mekan hakimiyetinin yarattığı rant, küçük bir azınlığın refahını sağlarken büyük bir çoğunluğğun o dar mekanlara tıkıştırılmasına yol açıyor. Bu türden bir yoğunlaşmanın bizi hasta eden mikroorganizmaların üreme çoğalma için gereken konak bulma şansını artırdıkça artırıyor. Sosyal birlitelik ve yoğunluk arttıkça enfeksiyonların bulaş riski ve diğer sorunlarımızda artıyor. Hem göç eden hem de göç alan coğrafyalarda kontrolsüz göç dalgaları bir yandan buna katkı sağlarken diğer yandan her iki tarafın geniş halk kesimlerinde yoksullaşmayı hızlandırarak genel refahı bozarak, sağlık hizmetlerine ulaşımı kısıtlıyarak sorunun büyümesine katkı sağlıyor. Aşılama ve koruyucu hekimliği öncelemeyen sağlık politikaları salgınların oluşumu, yayılımı ve kontrolden çıkmasına temel hazırlıyor. Sağlık ve yaşamın piyalaşması ve bu alanda verilen hizmetlerin temel bir insan hakkı görülüp kamusal olarak değil de alınıp tüketilen bir metaa olarak, ekonomik bir ürün olarak sunumunu dayatan, 1970’lerden itibaren artan şiddette yaşamımıza giren neoliberal politikalar koruyucu hekimlik ve aşılamanın aşınmasına yol açıyor. Toplumun sağlığından değil hastalığından yarar umuan ekonomik modeller sağlığa her geçen gün ayrılan bütçenin daha da artmasına karşılık genel toplum sağlığının daha da bozulmasına yol açıyor. Sonuçta bir bütün olarak halk zarar görüyor. Sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği bir ekonomik ortamda koryucu hekimlik gibi rant yaratımı olmayan bir alana piyasa aktörlerince kaynak aktarımının sözkonusu olamayacağı açık bir gerçek olduğundan bu alannın koşulsuz bir biçimde kamusal olarak yürütülmesi gerçeğini tüm dünyada acı bir biçimde yaşayarak deneyimliyoruz. Yaşamakta olduğumuz pandemide ortaya çıkan bu can yakıcı süreç bu politik ve ekonomik tercihleri yeniden değerlendirmemiz gerektiğini bir kez daha tüm açıklığı ile ortaya koyuyor.

 

Günümüze kadar geliştirilen aşıların kronolojisi 

 

Aşıların kısa tarihi

Bilindiği üzere ilk aşı uygulamaları çiçek hastalığına karşı hastaların döküntülerinden elde edilen toz ekstrelerinin deri ya da burun içine uygulamaları Antik dönem Çin coğrafyasında ortaya çıktı. Onlardan bunu Türkler aldı ve Kavimler Göçü ile Anadolu’ya taşındı. Avrupa’nın çiçek aşı uygulamaları ile tanışması Britanya büyükelçisinin eşi Leydi Mary Montegu aracılıı ile oldu. 1716’da İstanbul’a gelen Montegu kardeşini çiçe hastalığından kaybetmişti. 1718’de oğluna İstanul’da yaygın bu uygulamayı yaptırdı. Londra’ya dönünce aşı uygulamasını tanıttı. Böylelikle kıta Avrupası aşı ile tanışmış oldu.

İlk modern aşı uygulmalarına 1800 yıllarına doğru ulaşldı. Bir köy hekimi olan Edward Jenner inek sağanlarda çiçek hastalığnın olmadığını farketmiş bunun da ineklerdeki çiçek lezyonları ile temassa bağlı bağışıklık kazanmaya bağlı olduğunu ileri sürmüştü. Bunun üzerine inek lezyonlarından alınan uygulama insanlara uygulanmaya başlandı. İngilizce’de aşı anlamına gelen Vaccine Latince’de inek anlamına gelen ‘’Vacca’’kelimesinden türetilmiş idi. İlerleyen yıllarda yeni aşıların kullanıma girmesi küresel çocuk ve insan sağlığında önemli ilerlemelere neden oldu. Önceki yüzyıllarda yüzmilyonlarca insanın ölümüne neden olan çiçek, çocuk felci virüsleri bütünüyle yeryüzünden silindi. Difteri, boğmaca, tetanoz, kızamıık nedeniyle ölümler ve sakatlanmalar kitlesel aşı uygulamarı ile neredeyse bütünüyle yok edildi. Hepatit önemli ölçüde kontrol altına alındı. Bu hastalıklar önceki yüzyıllarda küresel bir sorun iken günümüzde ancak aşı uygulamalarının savaşlar ya da sosyopolitik açıdan stabil olmayan yerel bölgelerde yeterince uygulanmadığı için görülmektedir. Aşıların daha genişş tarihine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://ewds.strath.ac.uk/journeysthroughhealthhistory/View/Image/tabid/6227/articleType/ArticleView/articleId/1898/Historical-vaccine-development-and-introduction-of-vaccines-in-the-UK.aspx

 

Çocuklarda felce neden olan çocuk felci virüne karşı1950'lerde bulunan polio aşısı için düzenlenen aşı kampanyasından bir görüntü.

Günümüzde çocuk felci ve virüsü aşı sayesinde yeryüzünden silinmiştir.

 

Aşı karşıtlığı üzerine

Kıta Avrupa’sında aşı uygulamaları ile birlikte aşı karşıtlığı da artmaya başlamıştı. Aşı karşıtlığında ilk öncülerden biri dini çevreler ve kilise oldu. Kiliseye göre bu uygulama Tanrı iradesine karşı gelmek idi. Bu yaklaşım İslam coğrafyasında da köklü bir geçmişe sahiptir. Kanuni döneminde baş gösteren veba salgınına önlem olarak önerilen adalara izolasyon Kanuni tarafından benzer gerekçe ile reddedildiği aktaırlmaktadır. Dini çevreler yanında uygulamanın bilimsel önemini kavrayamayan yerel hekimler de kuşku ile yaklaşııyorlardı. Bu çevreler, Jenner’in inekler zerinden yarattıığı bu aşılamanın insanları ineklere dönüştüreceği, insanların sığırlarla çiftleşeceği yalanlarıını dolaşıma sürdüler. Benzer söylentilerin 200 yılı aşkın bir süre sonra hala dillendirilmesi inanılır gibi değil. Ancak, aşı karşıtlığı da ilerleyen yıllarda hız kesmemiş öngörüsüz liberal politik yaklaşımların yarattığı özgürlüğün suistimali ile zaman zaman kurumsal bir kimlik dahi kazanabilmiştir. Ancak, sanırım, büyük ölçekli salgınlarla baş edemememizin nedenlerinden en anlaşılmaz olanı kökleri Ortaçağ’a kadar uzanan aşılamaya karşı olan kültürel, dinsel, ekonomik politik ve kişisel yaklaşımlardır. Ortaçağ Avrupa’sını aşı ile tanıştıran köklü bir atasal kültürün mirascılarından bazılarımızı bu karşıtlık içinde görmek gerçekten üzüntü verici.

Öyle görünüyor ki, aşı karşıtlığı gerçekte pek çok sosyolojik olguda olduğu gibi kültürel, dinsel, poliitik ekonomik alt yapıların yaşamsal alanda ortaya çıkardığı özgün doğal reflekslerden sadece birisidir. Konunun yararlılık, bilimsellik olmadığı açıktır. Aşıların tarihsel öyküsü göz önünde bulundurulduğunda aşıların türümüzün mikroorganizmalarla evrimsel savaşımında yararlılığı tarrtışılmaz bir gerçektir. Konu, dünyaya bakış ve yaşam tarzı ile ilişkilidir. Aşı karşıtlığı önemli bir oranda bilim karşıtlığının, aklı referans alan seküler dünya görüş karşıtlığının bir yansımasıdır. Bilimin gelişimi ile onun olumlu etkisini yaşamlarıında deneyimleyen geniş halk kitlelerinin zihin dünyasında kendi ideoloijk, kültürel ya da inanç alanlarının daraldığını gören, otoritelerinin aşınacağını öngören çevreler, bilimin bu karşı konulamaz gücüne aşı karşıtlığı görünümü üzerinden karşı koymaya çalıştılar. Aşı karşıtlığı, inanç çevreleri için bilim ve laiklik karşıtlığının, modernite ile kapitalizmi özdeşleştiren yerel siyasal ideolojiler için anti-kapitalist ve anti-sömürgeci politik yaklaşımın, yabancı yerel milliyetçi sermaye için yabancı düşmanlığı üzerinden rant devşirmenin mücadele nesnesi olmuştur. Somut yararlılık ortada iken dahi gerçekliğin reddi bu maddi temeller üzerine oturtulmuştur. Galileo, kendi tasarımı teleskop ile gözlemlediği güneşteki lekeleri kiliseye gösterdiinde din adamlarıının ikna olacağını sanmıştı. Oysa, kilise gerçeği kabul yerine, Tanrı tasarımı göksel cisimlerde hata ima eden bu gerçeği açıkca reddetmiş, ’’teleskop hatalı gösteriyor’’ demişlerdi. Çünkü, bu bilimsel gerçeğin kabulu kilisenin inandığı değerlerin reddi anlamına geliyordu. İnançları onlara gerçekleri reddetmek dışında bir seçenek bırakmamıştı. Kapitalizmin en güncel formu neoliberalizmin yaşamın kendisini ve yaşamsal etkinlikleri bir iktidar etme aracına ve ekonomik bir piyasa faaliyetine indirgeyen biyopolitik programının sağlığı piyasalaştırıcı ortamı aşıya karşı kuşkuları artırıcı etki yaratsa da sorunun modernite ile kapitalizmin karıştırılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Aşı bilimin bir çocuğudur.Bu kuşkular, gerçek bilim ve sağlık hizmetlerinin kamucu bir anlayışla yeniden kurulmasının ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğunu göstermektedir. Sağlığın ve bilimin tüm vatandaşların eşit erişebileceği temel bir insan hakkı olarak değil de özelleştirilmiş, piyasalaştırılmış ekonomik bir değer olarak kurulmasını tüm dünya acı bir biçimde halen deneyimlemektedir.

Ancak, farklı yaşam tarzlarında olan oldukça geniş bir insan topluluğuğundaki aşı karşıtlığının bu denli yaygıın olmasının kişisel düzeyde köklü bir o kadar da güçlü bir nedeni olsa gerek. Kanaatimce, olgu ve olayları çözümlemede insan beyni ‘’karar alma’’ sürecinin evrimsel kısıtlılıklarınca kuşatılmıştır. Felsefe ile düşünmenin yöntemi açısından eğitilmemiş insan beyni ne kadar etkileyici görünürse görünsün ‘’karar alma sürecinde’’ gerçekte çok ciddi kusurlara sahiptir. İnsan beyni, iki şey arasında ilişki kurma,neden-sonuç yakalama, patern ya da motif bulma makinesidir, adeta. Ancak, bunu yaparken çounlukla en kısa yolu kullanır. Verileri analiz etme, sorgulama, araştırma zor, zahmetli ve eneri gerektiren bir süreci gerektirir. Görünen ilişkilerle sonuca gider. Özel olarak aşıya yönelik saplantılı komplo teorilerinin evrimsel psikolojik temeli beynin bu kısıtlılığından kaynaklanır.

 

Nijerya’da 2002’de dini çevrelerce kısırlık yaptığı gerekçesi ile  polio aşısının boykotot edilmesi ve hükümetin de aşı proğramını askıya alması sonrası çocuk felcine yakalanan cocuk sayısında dramatik bir artış olmuş ancak aşılamanın tekrar baslatılması ile hasta sayısı yeniden belirgin düşmüştü.

 

Son söz

Aşılar, binlerce yıllık insanlık ailesinin bir birikimi olan bilimin çocuğudur. Dayandığı temel, akıl ve bilimdir. Mikroorganizalarn neden olduğu yıkıcı salgınlardaki insan türünün yaşam savaşında etkinliği kanıtlanmış, binlerce yıldır deneyimlenmiş yararlı uygulamalardır. Aşı karşıtlığının gerçekci temelleri yoktur; çoğunlukla ilgili çevrelerin dinsel, kültürel, politik, sosyoekonomik açıdan kişisel ya da topluluk çıkarlarına ters düşmesi ya da varlık nedenlerine yönelik tehdit oluşturması nedeniyle bilim ve akıl karşıtlığı ile mücadele alanıdır. Tüm dünyada yaşanmakta olan küresel salgın ve onun ortaya çıkardığı aşı karşıtlığı sağlığın, bilimin, ekonominin kısaca topyekün yaşamın kendisinin insanı önceleyen, bilimi ve aklı referans alan kamucu bir anlayışla yeniden kurulmasının ne kadar yaşamsal olduğunu gösteren toplumsal bir acil olarak gündemimize almamız gerektiğini göstermektedir.

 

Doç.Dr. Murat Karaoğlan

Email: muratkaraoglan@hotmail.com

Twitter:@muratkaraogla11