Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı'yı kaybedişimizin 22.yılında saygı ve rahmetle anıyoruz.

Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı

Kilis Ziraat Bankası Veznedarı Hüsnü Bey ile Kilis Kemaliye İlkokulu öğretmeni Lütfiye Hanım’ın oğlu, 10 Temmuz 1939 doğumlu olan ilk ve orta okulu Kilis’te okuyan, 21 Ekim 1999 günü sat 09'40'da Ankara'da evinin önünde uğradığı bo

Ülkemizin önemli değerlerinden biri olan Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 22 yıl önce bugün suikast sonucu öldürüldü. Bilim insanı, eğitimci, siyasetçi, aydın Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da evinin önündeki arabasına konan bomba ile öldürüldü.

 

 

AHMET TANER KIŞLALI KİMDİR?

 

Ahmet Taner Kışlalı, Kilis Ziraat bankası veznedarı Hüsnü Bey ile Kilis Kemaliye İlkokulu öğretmeni Lütfiye Hanım’ın oğludur. 10 Temmuz 1939 doğumlu olan Kışlalı ilk ve orta okulu Kilis’te, liseyi ise İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’nde okumuştur. Liseden mezuniyeti sonrası Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kazanan Ahmet Taner Kışlalı öğrenciliği sırasında Yeni Gün gazetesinde spor muhabirliği de yapmış ayrıca 1962-63 yıllarında gazetenin yazı işleri müdürlüğü görevinde de bulunmuştur.

 

Paris Üniversitesi’nde anayasa hukuku ve siyaset bilimi dalında Modern Türkiye’de Siyasi Güçler başlıklı doktorasını yapan Ahmet Taner Kışlalı 1968 yılında Fransa’da tanıştığı Nicole (Nilgün Kışlalı) ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı Altınay ve Dolunay oldu.

 

 

Hacettepe Üniversitesi’nde siyaset sosyolojisi alanında öğretim üyeliğine başladı ama askerlik dönüşü üniversiteye kabul edilmedi. Bunun üzerine Ahmet Taner Kışlalı siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçti ve 1972 yılında burada doçent oldu.

 

1971-1977 yılları arasında Yankı dergisinde yazdığı yazılarla CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in dikkatini çeken Kışlalı 1977 yılında CHP’den İzmir milletvekili seçildi. 1978 yılında da Bülent Ecevit hükümetinde kültür bakanı oldu. Kültür Bakanlığınca Ulusal Kültür dergisini yayımlattı.

 

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde siyaset bilimi dersleri vermeye başlayan Kışlalı 1988 yılında profesör oldu. 1991 sonunda Cumhuriyet gazetesinde Haftaya Bakış başlığıyla köşe yazıları yazmaya başladı. 1995 yılında Antalya yolunda birlikte geçirdikleri trafik kazasında eşini kaybetti. 1997 yılında ikinci evliliğini Nilüfer Kışlalı’yla yaptı. Bu evlilikten üçüncü kızı Nilhan Nur dünyaya gelmiştir.

 

Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999 tarihinde saat 09.40’da Ankara’da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Akit gazetesi suikasttan önce hakkında bir haber yapmış ve Kışlalı’nın üzerine çarpı atılmış fotoğrafını manşetten vermişti. Kışlalı suikastının faili bulunamamıştır.

 

Nilüfer Kışlalı’nın ölümünden 14 yıl sonra, eşi Ahmet Taner Kışlalı ‘ya yazdığı mektup:

 

 

‘’Kemalizm Geçmişin Bekçiliği Değil, Geleceğin Öncülüğüdür.’’

 

Ahmet Taner KIŞLALI’yı aramızdan alanlar, düşüncelerini, söylemlerini ve eylemlerini unutturamadılar. Birlikte yürümemize engel olamadılar. O, Atatürk Devrimi’nin ışık saçanlarından biri olarak hala önümüzden yürüyor, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

 

Kemalizm’in devrimci niteliğine sahip bir aydın olan, eylem ve söylemleriyle bunu kanıtlayan Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI; ülkemizin karşı devrimciler tarafından bir uçuruma sürüklendiğini gören ve bununla mücadele etmek için Prof.Dr. Muammer AKSOY tarafından kurulan derneğimizin de yöneticilerindendi. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı önce Genel Başkan Yardımcımız sonrasında da Genel Yönetim Kurulu üyemizdi.

 

Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncüllüğüdür… Slogan Atatürkçülüğüne karşıyım.” diyerek, toplumuzun bu savaşımda neler yapması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Kendisi de bir arı gibi çalışmış, binlerce öğrenci yetiştirmiş, yüzlerce makale yazmış, onlarca kitap yayınlamıştır.

 

Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm’in Batının desteğiyle değil, Batıya rağmen bir uygarlaşmak hareketi olduğunu ve yirmi birinci yüzyıla ışık tutabileceğini ifade ediyordu. Emperyalizmin bu coğrafyada en büyük düşmanının, Üniter Ulus Devleti olduğunu ve bunun yani üniter yapının Atatürk yıkılmadan yıkılamayacağını söylüyordu.

 

Ahmet Taner Kışlalı;“Kemalizm ne Atatürk’ün bekçiliğidir, ne de 1920 koşullarında yapılmış olanların toplamıdır. Kemalizm demokratik toplumcu öze sahip, sürekli devrimcilik ilkesine dayalı bir çağdaşlaşma ideolojisidir. Kemalizm geleceğin öncülüğüdür. ‘’ diyordu. Türkiye bu gün çok zor bir dönemden geçmekte olduğunu; çıkış yolunun Atatürk ilke ve Devrimleri olduğunu her fırsatta dile getiriyordu.

 

Cumhuriyet düşmanları tıpkı Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer AKSOY’dan, Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK’tan, Araştırmacı – Gazeteci Yazar Uğur MUMCU’dan rahatsız oldukları gibi Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI’dan rahatsız oldular.  Onu da Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, Uğur MUMCU gibi devletin ve toplumun gözleri önünde katlettiler. Faili belli diğer cinayetler gibi bu cinayet de aydınlatılmadı… Daha doğrusu aydınlatılmak istenmedi.

 

Katledilen Ahmet Taner KIŞLALI’da adı da ölümsüzler listesine yazıldı.  Çünkü Atatürk Devrimi, demokrasi ve özgürlükler için; Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak ve yaşatmak için yaşamlarını hiçe sayanlar bizce ölümsüzdür.

 

Cumhuriyet Devrimi şehitlerimiz, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin varlık nedenidir, onurudur.

 

Tarihimiz ve eylemlerimiz ölümlerin bizi yıldıramayacağını, korkutamayacağını, sindiremeyeceğini yazmış ve yazmaya devam edecektir…

 

Emperyalizmin ve tetikçilerinin, gerici ve bölücü odakların karşısında tam bağımsız demokratik Türkiye mücadelemize devam ediyoruz.

 

Her bir Atatürk genci, her bir cumhuriyet yurttaşı Üçok, Kışlalı, Aksoy, Mumcu olmaya daima hazırdır. Taşıdığımız mücadele bayrağı Ahmet Taner Kışlalı gibi devrim şehitlerimizin idealleriyle yükselecektir.

 

Aramızdan ayrılışının 21. yılında Genel Başkan Yardımcımız, Devrim Şehidimizi saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz. Mücadeleniz mücadelemizdir. Işıklar içinde uyu. ADD SAMSUN ŞUBESİ / Dr. Işık Özkefeli

 

“TANIDIĞIMDA ADI NICOLE´DÜ.

 

Ahmet Taner Kışlalı 22 yıl önce katledilmişti. Eşi Nicole (Nilgün) ise ondan daha önce, 1995 yılında bir trafik kazasında ölmüştü. Kışlalı’nın, eşinin ölümü üzerine yazdığı yazıyı okuduğum gün sarsılmıştım; hiç unutamıyorum..

O yazıyı aşağıya aynen iliştiriyorum.

“Tanıdığımda adı Nicole´dü.

Sevgisi uğruna, doğduğu toprakları, ailesini, alışkanlıklarını, sınırsız dostlarını bırakıp Türkiye´ye geldiğinde de adını değiştirmemişti. 25 yıllık geçmişi ile köprüleri atmış, ama adını ve dinini korumuştu...

Kışlalı soyadını alışının ikinci yılındaydı... Altınay´a hamileliğinin de son aylarında... Gözlerinden taşan bir mutlulukla kapıda karşılamıştı beni:

- Hem Türk, hem Müslüman olmak istiyorum... Ben Tanrı´ya inanırım. Senin Tanrın ile benimki farklı değil ki!.. Çocuklarımız iki toplum arasında kalmamalı. Ben de her şeyi seninle, onlarla ve bu toprakların insanlarıyla paylaşabilmeliyim.

Meğer yakın arkadaşlarımla birlikte müftüye gidip konuşmuş. İsmini bile seçmiş. Ama sabredememiş “sürpriz ”inin sonuna kadar...

O gece “kelime-i şahadet”i sabırla ezberledi. Heyecandan uyuyamadı. Ertesi sabah müftünün yanından çıkarken, elinde artık “Nilgün Kışlalı” olduğunu kanıtlayan bir belge vardı.

Ankara Müftülüğü ´nün mühürlü kağıdını anne ve babama göstermek için merdivenleri ikişer ikişer atlayarak çıkarken çok mutluydu. Çünkü bunun onlar için taşıdığı anlamı biliyordu.

Annemle babam ağlarken, O da gözyaşları içindeydi.

Her zaman çalıştı.

Sekreterlik yaptı. Mağaza yönetti. Halkla ilişkiler sorumluluğu taşıdı. Protokol danışmanlığı üstlendi... Hem evde çalıştı, hem dışarda.

Yaptığı iş ne olursa olsun, çalışmaktan hep onur duydu... Her yaptığı işe yüreğini verdi. Hep başarılı oldu...

Kocası bakanken, 86 metrekarelik sosyal meskeninin bulunduğu binanın merdivenlerini sabunlu sularla silerdi...

Komşular hayretler içindeydi. Ama O bundan değil, ancak, gelen yabancı konukların Türklerin temizliği ile ilgili düşüncelerinden utanırdı.

Bütün insanları severdi. Ama O, artık “biz Türkler ”den biriydi; “onlar”dan değil.

Ulusal günlerde pencereye bayrak asar; Altınay ile Dolunay´a, büyük bir heyecanla Atatürk´ün büyüklüğünü anlatmaya çalışırdı.

Dinsel geleneklere uymak için çaba gösterirdi.

Sorunu olduğunda, içi sıkıldığında Hacıbayram’a gider dua ederdi. Türkçe olarak, içinden geldiği gibi...

Ama benzer bir gereksinmeyi yurtdışında da duyduğunda, aynı rahatlık ve gönül huzuru ile güzel bir kiliseye gidip mum dikmekten de çekinmezdi... Ve duasını gene kendine göre yapardı. Çoğunlukla da Türkçe olarak. Onun için din, inanç ve iyilik demekti.

Oruç tutar, kurban keser, herkesin yardımına koşardı...

Bir yurtdışı resmi gezi dönüşümde, her zamanki gibi uçağın merdivenlerinin ucundaydı. Güneş gözlükleri ile saklanmaya çalışılan kızarmış, şişkin gözler. Dudaklarında zorlama bir gülümseme.

“Ahmet boşanalım” dedi, “benim yüzümden senin siyasal kariyerini yıkacaklar!”

Meğer sağcı basın yokluğumda bir kampanya başlatmış.

“Kültür Bakanı´nın Hıristiyan karısı” neler yapmış neler... Koca bakanlığı Hıristiyanlık için kullanan O. Hatta müzelerdeki ikonaları çaldırtıp yurtdışına kaçırtan da O...

Evinde yabancı bir kültüre “teslim olmuş” bir Kültür Bakanı.

Sekiz sütun “haberler”... Ve zihnimden silinmeyen köşe yazılarından örnekler... “İkonalar ve Kokonalar”, “Madam Kislali”, daha niceleri...

Nilgün, bana saldırmak için niçin kendisini kullanmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamıyordu... Türk ve Müslüman doğmuş olmak, bunları kendi istenci ile benimsemiş olmaktan daha mı önemliydi?

Sevgi doluydu.

Çiçekleri, ağaçları, kelebekleri severdi... Kuşları, köpekleri, kedileri severdi... Çocukları, yaşlıları severdi... Tanrı´yı severdi, Atatürk´ü severdi...

“İnsan”ı severdi.

Bir hastanedeki umutsuz hastaları her gün ziyaret etmeyi; onları neşelendirmeyi, onlara umut dağıtmayı; paylaştığı acıları içine gömüp, gözyaşlarını eve saklamayı severdi.

Bakanlarla, büyükelçilerle, generallerle, çok ünlü yazarlarla, bilim adamları ile de arkadaştı... Kapıcılarla, bekçilerle, çaycılarla, şoförlerle, işçilerle, koruma polisleri ile de arkadaştı.

O bir “insan”dı...

28 yılını benimle paylaştığı için çok mutlu olduğum, kendimi şanslı saydığım, kendisiyle övündüğüm bir insan.

Piaf’ı ve Pavarotti´yi de beğenirdi, Sezen´i ve Gürses´i de.

Dev tenorun olağanüstü sesini, araba dağlardan geçerken, çok yüksek tonda dinlemekten hoşlanırdı. Ölüme yaklaştığımız dakikalarda ise, kasetçalardan süzülüp içimizde bir şeyleri titreten müziğin sözleri kulaklarımdan bir türlü gitmiyor:

“Yine mevsimler geçecek / Yine yapraklar düşecek / Giden sevgililer geri gelmeyecek...”

Nedense bana hiç söylememişti.

Türk bayrağı ile gömülmek istediğini ilk kez dostum Şahin Mengü´ye açmış. O “olamayacağını” ne kadar anlatmaya çalıştıysa da vazgeçmemiş. Başka dostlara da bu “rica”sını iletmiş...

Sevgili Mehmet Açıktan, tabutun bir kenarına bayrak eklemeyi başarmıştı... Nilgün toprağa verilirken, Altınay ile Dolunay, bir bayrağı da kefenin üzerine koymayı başardılar...

Fransız ana-babanın Bordolu Türk kızı şimdi

Ankara´da yatıyor.

Ve de benim kalbimde...”

Ahmet Taner KIŞLALI